Geçen sayımızda genel olarak, Mars'a bir sefer için Rusların nükleer itki tasarımlarını
aktarmıştık. Şimdi sıra ABD'nin hazırlıklarında. NASA'nın yeni gözdesi
"nükleer güç", astronotları Mars'a götürmek konusunda sonsuz olanaklar sunuyor. Ancak bu
olanaklardan yararlanmak için yüksek maliyetler, nükleer enerji karşıtlarının direnişleri ve
teknolojik engeller gibi bazı riskleri göze almak şart.
KENDİNİ Dünya'nın yö­rüngesi dışına iterek ge-zegenlerarası yolculuk ya­pacak bir sondanın, fis-yon reaktörlerini ateşleye­ceği ve Güneş Sistemi'nin uzak köşele­rindeki gezeğenlerde araştırma yapaca­ğı günler pek de uzak değil. NASA'nın Şubat'ta duyurduğu 3 milyar dolarlık Prometheus Projesi'nin amacı, uzak ge­zegenlere yapılacak görevler İçin yeni nesil nükleer sistemler geliştirmek. Pro­metheus Projesi'nin nihai hedefi, Mars'a ayak basacak ilk astronotlar.
Nükleer itki yöntemleri, Mars'a yapı­lacak yolculuklar alanında oldukça cid­di avantajlar vaad ediyor. Bu vaatlerin en önemlisi, uzayda araştırma yapmak amacıyla yürütülen görevleri önceden belirlenmiş amaçlarla yola çıkan tek yönlü yolculuklar olmaktan kurtarıp, kelimenin tam anlamıyla birer "keşif" gezisine dönüştürmek. Ayrıca gelişkin yer kontrolünde hedefleniyor. Bunun uzay görevinde yer alan araştırma ekibi­ne gezegenin özellikleri üzerinde daha ayrıntılı çalışmak ve istedikleri şeyi in-
celeyebilmek İçin önceden planlanma­mış yollar izleme şansını vereceği düşünülüyor.
Prometheus projesinin olası sonuçla­rı, uzay araştırmaları alanında çalışan çoğu kişiyi şimdiden heyecanlandırma­ya yettiyse de, uzaya radyoaktif madde fırlatmayı güvenlik açısından tehlikeli bulan gruplar yine ciddi bir protesto ha­zırlığında görünüyor. Hatta Columbia kazasının yarattığı etkiler nedeniyle ABD Kongresi bile, Güneş Sistemi'nin uzak noktalarına gerçekleştirilecek uzay görevlerine para harcamaktansa, insanlı uzay uçuşlarının güvenliği ko­nusunda hassaslaşmayı tercih edebilir.
Aslında Satürn-V'in tasarımcısı Wer-nher von Braun 1953 yılında, en fazla 10 yıl içinde nükleer roketlerin varola­cağını öngörmüştü. Ancak NASA'nın karşısına çıkan yüksek maliyetler ve nükleer enerji karşıtları, Sovyetlerin ve ABD'nin geliştirdiği küçük plütonyum güç üreticileri kullanan sondalar dışın­da, uzayın gerçek anlamda nükleer itki­den arınmış bir alan olarak kalmasına yol açtı.
Ancak görünen o ki önümüzdeki yıllarda durum değişecek gibi. Nükleer itki ve güç kaynaklan çok pahalıya pat-layacaksa da, uzun vadede, sondalan çabucak ve ucuza hedeflerine ulaştır­mak ve robot kaşiflerin bîr kez oraya vardıktan sonra, bolca elektrik enerjisi desteğine sahip olabilmesini sağlayabi­lecek nitelikte. Sahip olduğumuz kim­yasal enerji ve güneş enerjisi kaynakla­rının yetersiz olduğunu düşünen çoğu uzay araştırmacısına göre uzayda nük­leer enerji kullanımının kaçınılmaz ol­duğu, gün gibi ortada.
Fırlatma sırasındaki duman ve alev etkileyici görünse de, bir roket itkisin-deki hidrojen ve oksijenden elde edilen enerji, ağırlıklar göz önüne alınarak de­ğerlendirildiğinde, aslında çok az. öte yandan, bir avuç büyüklüğündeki bir parça uranyumsa, bir mekiğin dış yakıt tanklarının üreteceğinden 50 kat daha fazla enerji üretmek için yeterli. Ayrıca nükleer itki sistemleri, bu enerjinin tü­münü bir seferde salıvermek zorunda değil: Bu tür bir enerji kaynağı, İsteğe bağlı olarak açılıp kapatılabiliyor.
BİLIM ve TEKNİK 50 Ekim 2003
Güneş'in Yetmediği Yer
İç gezegenlere yapılan yolculuklar­da, Güneş oldukça Önemli bir enerji kaynağı olarak kendisini gösteriyor. Gi­dilecek gezegen Güneş'in yakınlarında olduğu sürece, uzay aracına yerleştiri­len güneş panelleri, aracın temel elekt­ronik sistemlerinin gereksinim duydu­ğu enerjiyi sağlamak için yeterli. Ancak Güneş'ten alınan ışınım uzaklığın kare­siyle orantılı olarak azaldığından, Gü­neş'ten uzaklaşan uzay araçları, onun enerjisinden yararlanabilme kapasitele­rini de gitgide yitiriyorlar. Mars'a doğ­ru yol aldığınızdaysa Güneş, enerjisini iyice üzerinizden çekiyor. Örneğin Dünya çevresinde yörüngede dolanan bir yapay uydu İçin 10 kW enerji ürete­cek biçimde hazırlanan bir güneş ener­jisi sistemi, Mars yakınlarında yalnızca 4,3 kW enerji üretebilir hale geliyor. (DERMAN, E. "Uzayda Nükleer Ener­ji", TÜBİTAK Bilim ve Teknik, Ağustos 1984).
Yararlanılacak güneş enerjisi düze­yinin Güneş'ten uzaklaştıkça değişme­mesini sağlamak için yapılması gere-kense, uzay aracında kullanılacak gü­neş panellerinin boyutlarını değiştir­mek. Ancak bu kez de karşınıza, dev büyüklüklerde güneş panelleri çıkıyor. Mars yörüngesindeki bir uzay aracının güneş panelleri yoluyla Dünya yörün-gesindeyken elde ettiğine eşit düzeyde enerji elde etmesi için, uzay aracına yerleştirilecek güneş panellerinin alanı­nın iki kat artırılması gerekiyor. Daha uzak gezegenlere gittiğinizdeyse, kul­lanmanız gereken güneş panelinin ala­nı, iyiden iyiye artıyor.
Mars Yolunda Plütonyum
Uzay aracının Güneş'ten pek uzak­laşmadığı kısa mesafeli yolculuklarda güneş panellerini tercih eden, ancak Güneş'ten uzak gezegenlere yapılan yolculuklarda aracın elektronik sistem­lerini çalıştıracak elektrik enerjisini el­de etmek İçin daha hafif ve etkili sis­temlerin arayışına giren NASA yetkilile­rinin imdadına, plütonyum yetişmiş. NASA, güneş panellerinin yetersiz kal­dığı uzay yolculuklarında Radyoizotop Termoelektrik Jeneratörü (Radioİsoto-pe Thermoelectric Generator - RTG) kullanmayı tercih ediyor. Bu tür du­rumlarda en etkili ve hafif sistem ola-
rak ortaya çıkan RTG'ler, Plüton-yum\ın Pu-238 izotopunun doğal bo­zunumu sırasında ortaya çıkan ısıyı kullanarak elektrik üretiyor. Üretilen bu elektrik, uzay araçlarındaki cihazla­rın çalışmak için gereksinim duydukla­rı enerjinin karşılanmasında kullanılı­yor. RTG'ler Pu-238 gibi bir radyoaktif izotop kullanıyorsa da, elektrik üretir­ken fisyon ya da füzyon süreçlerinden yararlanmıyorlar. Bu nedenle, aslında birer "nükleer reaktör" değiller.
NASA, 1964'ten bu yana RTG'leri çeşitli uzay çalışmalarında kullanmak­ta. Bugüne değin aralarında Apollo, Pi­oneer, Galileo ve Cassini'nin de bulun­duğu pek çok ABD ve Sovyet uydusun­da RTG kullanıldı. Galileo'da bulunan İki ayrı RTG'nin her biri 11 kg. plüton­yum içeriyordu ve toplam 300 watt elektrik enerjisi üretiyordu.
Çalışma mantığı oldukça basit olan RTG'lerin, en basitinden bir ısıl çift İle gerçekleştirilmesi mümkün. Bir kenarı plütonyum tarafından ısıtılan ısıl çiftin diğer kenarı, soğuk olarak korunuyor. Isıl çiftin her iki kenarı da bir devreye bağlandığında, termoelektrik özellikler nedeniyle, aradaki ısı farkından kaynak­lanan bir akım oluşuyor (KADİROĞLU, O. "Uzayda Nükleer Enerji", TÜBİTAK Bilim ve Teknik, Kasım 1997).
RTG'lerin sunduğu tek avantaj, ça­lışma biçimlerinin basitliği değil. RTG'lerin, hareketli parçaları yok. Bu nedenle, kırılabilecek yerleri de yok. Onarım olanağının yok denecek kadar az olduğu uzay ortamında, bu özellik çok önemli bir avantaj. Herhangi bir kaza durumunda bomba gibi patlama­ları söz konusu olmayan RTG'ler, tüm bu özelliklerinin yanısıra çok hafifler. Ağırlığın önemli bir sınırlayıcı koşul ol­duğu uzay çalışmalarında, RTG'lerin özellikle tercih edilmelerinin nedeni de bu. Ayrıca ısıya dayanıklılar ve suda çö­zünmeleri çok zor.
ABD'nin nükleer roket motoru NERVA Motor. 8 m yüksekliğinde. Reaktör ortada ve yakıt tankları üstte.
Ekim 2003 51| BİLİM ve TEKNİK
Tüm bu karşın, bugün­lerde Mars'a insanlı uzay uçuşları çalış­malarına iyiden iyiye odaklanmış NA­SA yetkilileri RTG'lerin pabucunu da­ma atmanın peşinde. Uzay araçları ge­liştikçe, içlerinde bulunan elektronik sistemlerin karmaşıklığı ve dolayısıyla çalışabilmek için gereksinim duydukla­rı güç miktarı da artıyor. Bu da uzay araştırmacılarını, uzay araçlarında kul­lanılmak üzere daha fazla enerji ürete­bilecek güç kaynaklarının arayışına yö­neltiyor. Isının ancak %6'sını elektrik enerjisine dönüştürebilme kapasitesine sahip RTG'ler, Mars'a yapılacak insanlı bir uzay görevi gibi uzun bir yolculuk söz konusu olduğunda yetersiz kalıyor. Düşük güç sistemleri olarak tanımlaya­bileceğimiz RTG'ler, yalnızca birkaç kW'a dek enerji gereksinimini karşıla­yabiliyor. Mars'a gitmelerini sağlayacak daha etkin güç kaynaklan oluşturmak amacıyla RTG'leri geliştirmek konu­sunda çalışan NASA mühendislerinin sloganıysa, "Daha az plütonyum, daha çok elektrik enerjisi!"
Motorlu RTG'ler
Önerilen çözümlerden biri, RTG'nin içinde bulunan ısıl çiftinin yerine, yine ısı farkı prensibine dayalı olarak çalı­şan Stirling motorunu kullanmak. 1816 yılında Robert Stirling tarafından patenti alman bu motorun temel özelli­ği, bir tarafı ısıtılıp diğer tarafı soğutul­duğunda dönmeye başlaması. Isı akışı sonucunda bir gazı genlestirip pistona hareket veriliyor, daha sonra da bu pis­ton elektrik üretecek bir jeneratörü ha­rekete geçiriyor. İçinde ısıl çift bulun­duran türdeki RTGler ısının yalnızca %6'sını elektriğe dönüştürebliyorken, ısıl çift yerine bir Stirling motoru yer­leştirilerek elde edilen düzenekte bu oran %23'e çıkıyor. Bir başka deyişle, Stirling motoru içeren düzenek, bir RTG'nin elde edeceğine eşit miktardaki bir enerjiyi, RTG'nin kullandığının dörtte biri oranında plütonyum kullanı­larak üretebiliyor. Ancak Stirling moto­ru içeren düzeneğin de, kendine özgü başka sorunları var. Bunlardan en önemlisi, barındırdığı hareketli parça sayısının çok olması nedeniyle, bozul­ma olasılığının yüksek oluşu.
NASA bugünlerde dikkatini üzerinde toplamış bulunuyor. Planla­nan fırlatma tarihi 2009 olan Mars Bi-
lim Laboratuvan'nı çalıştıracak, tüm bu saydıklarımızdan daha gelişkin bir nükleer RTG tasarımı. Enerjisini bu RTG'den sağlayacak olan HOMER isimli gezgin robot, Mars yüzeyinde do­laşarak toplayacağı örneklerin kimya­sal analizini yapacak. Benzer bir RTG'yİ kullanacak bir uzay sondası, Jü­piter'in yüzeyi buzla kaplı uydularının derinliklerinin keşfedilmesi görevini de yerine getirebilir.
Nükleer Isıyla Gelen İtki
Nükleer enerjinin uzay çalışmaları alanında kullanımı, güçlü ısıtıcılar ya da akıllı gezgin robotlarla sınırlı değil. NASA'nın nükleer enerjiyi kulanmada-ki bir diğer yaklaşımıysa, nükleer fis-yon sonucunda ortaya çıkan enerjinin iticileri ısıtmak amacıyla kullanılması
siyle gündeme geldi. Bir uzay aracına itme gücünü verebilecek bir nükleer roket tasarımı projesi olan NERVA kapsamındaki çalışmalar, 1970 yılına dek sürdü. 1964 - 1969 yılları arasın­da, proje kapsamında Nevada'da bu tip 12 reaktörün bir çok kez başarıyla ça­lıştırılmış olmasına karşın, çeşitli poli­tik ve ekonomik gerekçeler nedeniyle 1972 yılında proje durduruldu.
Elektrikli Roketler
NASA'nın Mars'a yapmayı planladı­ğı yolculuklarda nükleer ısı etkisine rakip olarak geliştirdiği en güçlü göz­desi, kısaca NEP diye adlandırılan "nükleer elektrik itkisi". NEP yaklaşı­mı, fisyon yoluyla üretilen ısının moto­ru çalıştıracak elektrik enerjisine dö­nüştürülmesi temeline dayanıyor. He­nüz nükleer ısı tasarımlarınınki kadar güven yaratamıyor ve Dünya'dan uza­ya bir roket fırlatmak İçin yeterli ol­muyorsa da, NEP yaklaşımı bir uzay aracının uzayda yüksek hızlara kadar İvmelenmesi için geçerli bir çözüm.
New Mexico'daki Los Alamos Ulu­sal Laboratuvarı'ndaki Dave Pos-ton'un ekibi, güvenilir bir biçimde fır­latılacak ve bir nükleer elektrik moto­runun içinde çalışacak bir reaktör ta­sarımına ulaştıkları düşüncesinde. Kı­saca SAFE adını verdikleri "Güvenli ve Ucuz Fisyon Motoru" tasarımları­nın uzunluğu 50 cm., genişliği 30 cm., ağırlığıysa 1200 kg. Laboratuvardaki araştırmacıların yaptıkları hesaplama­lara göre SAFE, 100 kg U-235 kulla­narak 100 kW'lık elektrik enerjisi üre­tebilecek. Bu miktar, bir çok uzay son­dasının çalışması için gerekli elektrik enerjisini karşılamak için yeterli.
Ancak NASA'nın nükleer enerjiden tek beklentisi, Mars'a göndereceği uzay araçlarındaki elektronik sistem­lerin enerji gereksinmesini karşılamak değil. Yanıtını aradıkları asıl soru bu elektrik enerjisinin, bir roketi itmek için nasıl kullanılabileceği. NASA'nın üzerinde uzun süredir düşündüğü bu sorusuna yanıt olarak gerçekleştirdiği ilk proje, 1998 yılında fırlattığı Deep Space-1'de kullandığı iyon motorlarıy­dı. Deep Space-1'de, güneş panelleri yoluyla sağlanan 2,5 kW'lık elektrik enerjisi, bir İyon motorunu çalıştır­mak için kullanılıyordu. Uzay aracını fırlatmak İçin gerekli itkiyse, güneş
anlamına gelen "nükleer ısı itkisi".
Kimyasal roketlerde İtki, sıvı oksijen ve hidrojenin birleştirilmesiyle oluşan yüksek basınçtaki bir gazın, dar bir ek-sozdan dışarıya atılmasıyla gerçekleşi­yor. Nükleer ısı itkisi yaklaşımıysa, kü-çük bir nükleer reaktörce üretilen ısı­nın, ayrı bir bölmede tutulan sıvı hidro­jene aktarılarak sıvı hidrojeni yüksek basınçlı gaza çevirmesi temeline daya­nıyor. Bu yaklaşımla çalışan nükleer roketlerin avantajı, belirli bir itme gü­cünü daha az yakıtla sağlayarak yeryü­zünden uzaya fırlatılacak ağırlığı azalt­maları. Sıradan bir itki düzenine sahip bir uzay aracının Plüton'a varması için gereken süre yaklaşık 10 yılken, nükle­er itkiyle donatılmış bir uzay aracı için bu süre 4 yıl daha kısa.
Nükleer ısı itkisi yaklaşımı, ilk ola­rak ABD hükümetinin 1950'lerde baş­latmış olduğu NERVA (Nuclear Engine for Rocket Vehicle Application) proje-
BILIMveTEKNlK 52 Ekim 2003
motorlarının, çok verimli olma­salar da, ağırlık açısından bakıl­dığında daha avantajlı ve bu özellikleri nedeniyle, bir uydu­nun ya da küçük bir gezegenin üzerine iniş yapıp, daha sonra buradan yeniden kalkmak İçin yeterli güce sahip olabilecekleri. NASA'nın nükleer elektrik itki­sine odaklanması kararını şaş­kınlıkla karşılayanlardan New York'taki Brookhaven Ulusal Laboratuvarı'nda nükleer roket­ler üzerinde çalışan fizikçi Geor-ge Maise'e göre nükleer elektrik itkisi, uzak gezegenlerin keşfin­de kullanılmak için çok yetersiz bir uygulama.
NASA'nın Cleaveland'daki Glenn Araştırma Merkezi proje yöneticilerinden Joe Naininger, Maise ile aynı görüşte değil. Nükleer elektrik itkisine yönelik olarak bugüne değin yapılmış bir çok teknik araştırma bu­lunduğunu ve bu teknolojiyi yeniden canlandırmanın çok kolay olduğunu belirten Naininger'a göre, nükleer elektrik itkili roketlerin Mars'a doğru uçuşa geçmesi İçin geri sayım başladı.
Uzayda Nükleer Güvenlik
Uzay çalışmaları alanındaki farklı nükleer yaklaşımlar tartışıladursun, NASA'nın Mars yolundaki nükleer ge­leceğinin garantide olduğu söylene­mez. Cassini sondasındaki RTG'nin İçindeki plütonyuma karşı gösterilen şiddetli tepkiler 1997'deki fırlatmayı durduramamış olsa da, nükleer enerji karşıtları NASA'nın nükleer enerjili uzay görevlerine tepki göstermekten vazgeçmiş değil. Uzay'da nükleer enerji kullanımına karşı çıkan gruplar, NASA'nın Mars yolundaki hazırlıkları­na hız verdiği bugünlerde yeniden ha­reketlendi.
NASA'nın Pasadena'daki Jet İtki Laboratuvarı'nda SAFE, gereken ça­lışma sıcaklıklarına ulaşmak için uran­yum yerine elektrik ısıtıcılarını ve bir iyon motorunu kullanarak başarıyla denendi. Standart bir roket, reaktörü yörüngeye doğru itecek. Yolda bir ka­za olasılığına karşı tedbir olarak, uran­yumun etrafa saçılmasını önlemek amacıyla, reaktör tek parça halinde
enerjisinden yararlanan bu iyon moto­ru yoluyla sağlanıyordu.
Tüm roketler İçin ortak çalışma il­kesi, yakıt görevi yapan maddeleri ar­kadan yüksek hızlarla dışarıya atmak ve böylece aracın ileriye gitmesini sağ­lamak. İyon motorlarındaysa bu İşlev, elektrik ve manyetik alanlardan yarar­lanarak elektrik yüklü parçacıkları motordan dışarıya fırlatarak gerçek­leştiriliyor. Ksenon gazının iyonize ol­muş atomlarının egsozdan dışarı atıl­ması mantığıyla çalışan iyon motorun­dan gazların dışarı atılma hızı, saniye­de 30 km'den fazla. Elektrik enerjisini kinetik enerjiye %99 verimle dönüştü­ren iyon motorları yoluyla sağlanan küçük ama enerji randımanı yüksek it­ki, uzay araçlarının çok yüksek hızla­ra ulaşmasına ve enerjisini çok uzun süreler kullanabilmesine olanak veri­yor. İyon motorunun yarattığı itiş gü­cü başlangıçta çok zayıf olsa da, za­manla bu güç inanılmaz boyutlarda artarak uzay aracına müthiş bir ivme kazandırıyor. NASA'ya göre, güneş panellerinden gelen elektrik enerjisin­den yararlanan ve ksenon gazının yar­dımıyla güçlendirilen iyon motoru, ge­leneksel roket motorlarından 10 kat daha etkili.
Çok yüksek hızlara kadar ivmelen-mek için nükleer elektrik itki sistemle­rini kullanan bir uzay mekiği, uzayın derinliklerinin keşfedilmesi için kate-dilmesi gereken uzaklıkları aşarak yol­culuğunun bitiş noktasına ulaştığında bile, yolculuğunun rotasını değiştir­meye yetecek kadar yakıtı hala duru­yor olacaktır. Güneş'ten ya da Jüpi­ter'den kütle çekim desteği alabilmek İçin izlenmesi gereken karmaşık gü­zergahları ortadan kaldıran bu yakla­şım, daha kısa süren Mars yolculukla­rı anlamına geliyor.
Mars Uzay Cemisi NERVA Projesi
1.  Araştırına sondaları için depo
2.  Mars'ta insanlı kesif aracı
3.  Mürettebat bolümü ve keşif modülü MEM'e giden tünel
4.  İki kademeli NERVA reaktörü
5.  Kalkışta rokete bağlanan ek motorlar
6.  NERVA motoru
7.  Sıvı hidrojen tankı (çapı 10 m, taşıdığı yakıt yaklaşık 160 ton)
8.  Ek tank bağlantıları
9.  Kenetlenme kapısı
Bu yaklaşımı sürekli geliştirmekte olan NASA, iyon motorunu çalıştır­mak İçin gerekli enerjiyi, güneş enerji­si yerine bir nükleer reaktörden sağla­ma temeline dayalı çalışmalarını sür­dürüyor. Bu amaç doğrultusunda, Los Alamos'taki reaktörü bir iyon motoru­na bağlayıp, bu iki sistemi birarada ça­lıştırmak için uğraşıyorlar. Bu gerçek­leştirilebilirse, iyon motoruna bağla­nan reaktör, Deep Space-l'deki güneş panellerinin sağladığının 50 kat daha fazlası güç sağlayabilecek. Bu şekilde kullanılacak bir iyon motoru yalnızca daha fazla hız, verilerin daha hızlı top­lanması ve Dünya'ya gönderilmesi an­lamına gelmekle kalmıyor. Nükleer re­aktörden sağlanacak enerjiyi kullana­rak görev yapacak bir iyon motoru, Mars'a yapılacak yolculukların süresi­ni yarıya indirebilir.
Nükleer Elektrik, Isıya Karşı
NASA yetkililerin bir kısmı Mars yo­lunda nükleer elektrik itkisi coşkusunu yaşarken, madalyonun diğer yüzünde NASA'nın nükleer elektrik İtki kararı­na dönüşünü eleştiren "nükleer ısı itki­si" yandaşları var. Bu kişilerin özellikle üzerinde durdukları nokta, nükleer ısı
Ekim 2003 53 BİLİM ve TEKNİK
kalacak şekilde tasarlanmış. SAFE, Dünya'dan uzaklaşana kadar çalıştırıl­mayacak ve tehlikeli radyoaktif çekir­dekler, ancak reaktör çalıştıktan son­ra oluşacak. Zaten reaktör Uranyum-235 kullanıyor olduğundan, sözü ge­çen radyoaktivite oldukça düşük. NA­SA buna rağmen aldığı güvenlik ön­lemleriyle yetinmeyip, ekstra güvenlik için, Marshall Uzay Uçuş Merkezi'nden bir ekibe de özel güven­lik tasarımlan geliştirme görevini ver­miş: Bu ekip, yakıt çubuklarını yörün­geye koruyucu kılıflı bir kutu içinde taşıyacak ve bunları ancak reaktör gü­venli bir yörüngeye ulaştıktan sonra reaktöre enjekte edecek bir sistem ge­liştirmiş.
Tüm bu güvenlik önlemlerine karşın, projeyi yürütenlerin kendileri bile, geriye kalan en büyük engelin "güvenlik" olduğu konusunda hemfi­kirler. Zaten alınan tüm bu güvenlik Önlemleri, çoğu kişinin içini rahatlat­maya yetmiyor. Cassini'ye karşı dünya çapında yürütülen eylemin liderlerin­den, Uzayda Silah ve Nükleer Güç Karşıtı Uluslarası Ağ (Global Netvork Against Weapons and Nuclear Power in Space)'ın koordinatörü Bruce K. Gagnon'a göre çoğu insan, bugünler­de yeniden canlandırılan nükleer uzay programlarına karşı tepki göstermek için hazır.
Gagnon'a göre, uzayda nükleer güç kullanımına karşı iki temel itiraz alam
var. Bunlardan birincisi, güvenlik. NA-SA'nın vermeye çalıştığı tüm güvence­lere rağmen, Gagnon fırlatma sırasın­da yaşanacak bir kazanın Dünya üze­rinde, özellikle nüfusun kalabalık ol­duğu bölgelere, radyoaktif materyal yayabilecek olmasından endişeleniyor. Bugüne kadar, nükleer materyal taşı­yan en az dört uzay mekiğinin başarı­sızlığı sonucunda, çevreye radyoaktif enkaz yayıldı: 1964'te bir ABD iletişim uydusu, 1970lerde ve 80'lerde iki Sovyet uydusu ve 1996'da bir Rus Mars sondası. Bu fiyaskoların Dünya üzerindeki yaşam için ciddi tehditler oluşturduğu görüşünde olanların sayı­sı ve ileri sürdükleri iddialarsa, hiç de azımsanacak gibi değil.
Gagnon'un endişe duyduğu ikinci temel konuysa, NASA'nm Mars'a git­mek için son derece hararetli bir bi­çimde sürdürdüğü nükleer çabaların, askeri güçlere karanlık kapıyı geçerek uzaya güçlü silahlar yerleştirme şansı­nı verecek olması. Gagnon, uzay aracı­nın içindeki cihazlara ve itki sistemle­rine enerji sağlamak amacıyla geliştiri­len reaktörlerin gelecekte, lazerler ve elektromanyetik toplar gibi uzay silah sistemlerinde de güç kaynağı olarak kullanılmasından korkuyor.
Aslında NASA'nın Mars yolculukla­rı için yaptığı nükleer güç çalışmaları­nın karşısında, tüm bunlardan daha ciddi bir engel durmakta: Yeni geze­gen keşiflerine yönelik olarak yürütü-
lecek geniş çaplı bir program İçin des­tek vermeyi hâla reddedebilecek olan ABD Kongresi. Kongre'nin bu tutu­mu, NASA'nın öncelikli olarak Colum-bia kazasının gerekçelerine yoğunlaş­ması gerektiğini düşünmesinden kay­naklanıyor. Bu düşüncede, bildik uzay görevlerinin tümünden kat kat daha maliyetli olan Prometheus projesinin 2004 bütçe önerisinin, Kongre üyele­rinin eline tam da Columbia kazasın­dan önce ulaşmasının payı olabilir. NASA yöneticisi Sean O'Keefe, Şubat ayında Kongre'den gelen kritik bir yo­rumla karşı karşıya kaldı: Kongre, NASA yöneticilerine iddialı gezegen keşiflerine daha çok .para harcamak yerine, İnsanlı görevlerin güvenliği ko­nusunda yoğunlaşmalarını söyledi.
Tüm bunlara karşın, NASA, Mars yolundaki coşkusundan geri adım at­ma eğiliminde görünmüyor. NASA'nın bu konudaki yerleşik görüşü, nükleer enerjili sondalar da dahil olmak üzere, insanlı ve İnsansız görevlerin her ikisi­ni de birarada çalıştırabileceği ve çalış­tırması gerektiği yolunda. O'Keefe'ye göre NASA'nın bugün sahip olduğu teknoloji, Mars yolunda ilerlemeleri ve geç kalınmış teknolojik atılımı yapma­ları için fazlasıyla yeterli.
Ayşenur T. Akman
Kaynak
Kleiner, K. "Fission Control", Ncw Sdentist, Vol. 178, Issue 2390, 12 Nisan 2003, sayfa 38.
BİLİM ve TEKNİK 54 Ekim 2003