BİLİM VE TEKNOLOJİ HABERLERİ
Fizik
ku-1.jpg
Kuantum Bilgisayarlara
Önemli Yeni Bir Adım

Kuantum bilgisayarlar, fizikçilerin olduğu
kadar askerlerin de, gizli haberalma
servislerinin de rüyası. Nedeni, atomaltı
dünyada geçerli olan kuantum mekaniğinin
garip kurallarının, en hızlı
süperbilgisayarların bile yaklaşamayacağı
hızda hesaplama gücüne olanak tanıması.
Bunu sağlayan da, kuantum mekaniğinin
özelliklerinden biri olan, kuantum
durumlarının üst üste binmesi ya da bir
parçacığın aynı anda birkaç yerde birden
olabilmesi olgusu. İçinde yaşadığımız ve
klasik fizik kurallarının daha belirgin
olduğu büyük ölçekli dünyaya koşullanmış
olan mantığımız kabul etmekte zorlansa da,
olgu, öteki kuantum gariplikleri gibi
deneylerden yüzünün akıyla çıkmış
bulunuyor. Üst üste binmeyi bilgisayar
teknolojisi için böylesine çekici kılan,
kuantum bit ya da kısaca kubit diye
adlandırılan birimlerin, klasik
bilgisayarlarda kullanılan ikili sistemdeki
"l" ya da "O" anahtarları yerine "hem l,
hem de O" gibi davranmaları. Böylece klasik
bilgisayarlarda işlemler sırayla teker teker
yapılırken, kuantum bilgisayarlarda
kuramsal olarak aynı anda yapılıyor ve aynı
anda incelenen pek çok durum, tek bir
doğru cevaba "çöküyor".
Kuramda işler iyi gidiyor da bunu pratikte
uygulamak kolay değil. Sorun, atomaltı
dünyada geçerli olan etkileşimleri, farklı ve
çelişen kuramların geçerli olduğu klasik
dünyaya taşımakta yatıyor. Özellikle de,
kubitlerin istenen bilgiyi taşıyamadan klasik
dünyadaki etkilerle "uyumlu" durumlarını

kaybetmelerini engellemek oldukça güç.
Örneğin, bir enformasyon kuramcısı için bir
kubitin madde parçacıkları üzerine mi,
yoksa ışık parçacıkları üzerine mi
yüklenmiş oldukları fazlaca önemli değil.
Oysa bir uygulamacı için sorun son derece
önemli. Çünkü, yavaş ama uzun ömürlü
madde parçacıkları, hızlı ama kırılgan
fotonlardan çok farklı özelliklere sahipler.
Işık parçacıkları (fotonlar) üzerine
kaydedilmiş kubitler iyi yol alıyorlar: Bir
fiber optik kablo üzerinde kilometrelerce
yol alabilirler. Sorunsa bunları
kaydedebilmenin güçlüğü. Buna karşılık,
madde parçacıkları üzerine kaydedilen bilgi,
birkaç milisaniye süresince "ayakta
kalabilmesine" karşın, ancak bir "tuzak"
içinde tutulabiliyorlar ve bir yerden başka
bir yere gönderilemiyorlar.
Şimdiyse Atlanta'daki (ABD) Georgia
Teknoloji Enstitüsü'nden fizikçiler Alexei
Kuzmich ve Dmitri Matsukevich, bir kubiti
önce rubidyum atomlarına yüklemenin,
daha sonra da bu bilgiyi bir fotona aktarıp

uzun mesafelere iletmenin yolunu
bulmuşlar.

Araştırmacılar, işe iki ayrı rubidyum gazı
bulutuyla başlıyorlar. Aynı anda iki buluta
birden bir lazer ışığı göndererek, bulutların
her ikisiyle birden dolanıklık ilişkisinde
bulunan tek bir foton salmalarını
sağlıyorlar. Hem kuantum belirsizlik ilkesi,
hem de hazırlanan deney düzeneği, fotonun
hangi buluttan geldiğinin bilinmesini
önlüyor. Dolanıklık ilişkisi, fotonla
rubidyum bulutlarının kaderini birbirine
bağlıyor. Fotonun kutuplanma biçimiyle
oynamak, bulutların kuantum durumlarının
değişmesine yol açıyor. Dolayısıyla foton
üzerinde işlem yaparak, araştırmacılar her
iki buluta birden bilgi (kubit)
yükleyebiliyorlar. Yalnızca birkaç yüz
nanosaniye sonra (nanosaniye = saniyenin
milyarda biri) araştırmacılar rubidyum
bulutlan üzerine ikinci bir lazer demeti
göndererek, içerdikleri bilgiyi
okuyabiliyorlar. Lazer, bulutların yeni bir
foton yayınlamasını sağlıyor. Bu fotonun
kutuplanma biçimi de, araştırmacıların
buluta yazdıkları bilgiyi içeriyor. Dolayısıyla
lazer yardımıyla bilginin geri alınma süreci,
kuantum bilginin maddeden ışınıma (ışığa)
transferini sağlıyor.

Gerçi süreç, kısmen rubidyum atomlarının
lazer ışığını emme konusundaki
yetersizliğinden kaynaklanan bir takım
kayıplara uğruyorsa da, Kuzmich, yöntemin
kuantum iletişim için yararlı araçların
ortaya çıkmasını sağlayacağı konusunda
umutlu ve daha şimdiden Matsukevich ile
bu tür araçların tasarımı üzerinde çalışmaya
başlamış.

Science, 22 Ekim 2004
Deneyde kullanılan düzenek
ku-2.jpg
Kasım 2004 15 BİLİM ve TEKNİK
BİLİM VE TEKNOLOJİ HABERLERİ
ku-3.jpg
Dünya Uzayı Üzerine
Sarıyor

İki İtalyan fizikçi, Einstein'ın genel
görelilik kuramının kolay
gözlenemeyen bir öngörüsünü
doğrulayarak Dünya'nın kendi
çevresinde dönerken uzay-zamanın
dokusunu peşinden sürüklediğini
gösterdi. Genel göreliliğin
çıkarsınmaları, dönen bir kütlenin,
tıpkı ağdalı bir zamk içinde
döndürülen bir topun zamkı
üzerine sarması ya da uykusunda
dönüp duran bir kimsenin çarşafı
üzerine dolaması gibi, uzay-zaman
dokusunu da peşinden
sürükleyeceğini söylüyor. Ancak,
bu etkiyi göstermek, kütlenin ışığı
büktüğünü göstermekten çok daha
güç. Bunu için, ekseni etrafında
dönen bir cismin yakındaki
jiroskopların yönelimini nasıl
değiştirdiğini gözleyebilmek
gerekiyor.

Lecce Üniversitesi'nden (İtalya)
Ignazio Ciufolini ve NASA'nın
Goddard Uzay Uçuş Merkezi'nden
Erricos Pavlis, Lense-Thirring etkisi
ya da "çerçeve sürüklenmesi" diye
adlandırılan olguyu kanıtlamak için
basit ama yaratıcı bir yöntem
kullanmışlar. Araştırmacılar 1976 ve
1992 yıllarında lazerli
uzaklıkölçerlerin geliştirilmesi için
yansıtıcı hedef olarak uzaya
gönderilen Lageos ve Lageos II adlı
pasif uydulardan yararlanmışlar.
Bunlar, yarım metre çapında, içleri
jiroskoplarla donatılmış, üzerleri
yansıtıcı aynalarla kaplı küreler.
Lazerler bunların üzerine lazer
ışıkları gönderiyor ve ışığın hızı
sabit olduğundan, ışığın gönderiliş
ve çeşitli yer istasyonlarına
yansımasının dönüş süreleri
hesaplanarak, uzaklıkları birkaç cm
yanılma payıyla belirlenebiliyor.
Ciufolini ve Pavlis ilk kez 1998
yılında iki uydunun verilerinden
yararlanarak Lense-Thirring etkisini
ölçmüşler. Uydular Dünya çevresinde
döndükçe, Lense-Thirring etkisinin,
bunların yörünge düzlemlerinde
küçük değişimlere yol açması

gerekiyor. Ancak, ilk ölçümler "çok
kaba" sonuçlar vermiş. Nedeni,
Dünya'nm kütlesinin yerküre
üzerindeki eşitsiz dağılımının, uydu
yörünge düzlemlerinde bu etkiye
kıyasla 1000 kez daha büyük
değişimler yapması. Uzmanlara göre
uzay-zamanm sürüklenme etkisi, bir
uydunun yörüngesinde yılda 2
metrelik bir yalpalanmaya yol
açarken, kütle dağılımının eşitsizliği
nedeniyle meydana gelen yalpa, yılda
birkaç bin km'yi buluyor.
1998 yılında Dünya üzerindeki kütle
dağılımı fazlaca bilinmediğinden,

Ciufolini ve ekip arkadaşları bazı
tartışmalı tahminlerde bulunmuşlar
ve sonuçlar, %20 gibi kabulü zor bir
hata payıyla açıklanmış.
Ancak günümüzde GRACE adlı iki
uydudan oluşan dizge, yeryüzündeki
kütleçekiminin dağılımını çok duyarlı
biçimde belirleyebildiğinden, Lageos
verilerine gerekli düzeltmeler
uygulandığında, çok daha inandırıcı
sonuçlar sağlanmış.
Ciufolini ve Pavlis bu kez hata
payının %10'a düştüğünü açıklıyorlar
ve bir-iki yıl içinde uzaya fırlatılması
beklenen Grace-B uydusuyla hata
payının %1'e indirilebileceğine
inanıyorlar. Asıl istedikleri,
yeryüzündeki kütleçekimi
düzensizliklerinin etkisini tümüyle
ortadan kaldıracak üçüncü bir
Lageos uydusunun NASA tarafından
fırlatılması. Ancak, fizik topluluğu
üçüncü bir Lageos için para
bulmanın yol açacağı çarşafa
dolanma etkisinin, uzay-zaman
dolanmasından çok daha belirgin
olacağı görüşünde birleşiyor.

ku-4.jpg
Science, 22 Ekim 2004
NASA Basın Bülteni, 21 Ekim 2004
BİLİMveTEKNlK 16 Kasım 2004