|
||
|
||
|
||
Hızlandırıcılar, çekirdeğin iç yapısına doğru yöneltilmiş dev mikroskoplar gibidir. Nasıl ki optik mikroskoplar, küçük cisimler üzerine çok sayıda foton fırlatıp, saçılanlarını yakalamak suretiyle cismin görüntüsünü sergilemeye çalışırsa, hızlandırıcılar da; çekirdeğin üzerine parçacıklar gönderip, çarpışma sonrasındaki sapma ya da saçılma biçimlerini belirleyerek, hedefin iç yapısı hakkında ipuçları verir. Aynı amaçla bazen, çekirdekler birbirleriyle çarpıştırılır. İlk kez Rutherford'un geçen yüzyılın başlarında, radyoaktif radyum çekirdekleri tarafından 'doğal olarak' hızlandırılmış bulunan alfa parçacıklarını altın çekirdeklerine doğru yönlendirmesinde olmuş olduğu gibi. Bazen de; elektron, po-zitron ya da proton gibi; yüklü olmaları sayesinde, görece kolay hızlandrılabilen parçacıklar kullanılır. Parçacıklar adeta, birer yoklama ucu ('probe') gibidirler. İç yapısını merak ettiğimiz bir nesnenin orasını burasını yoklamak için kullandığımız birer iğne benzeri. İğne hedef içerisinde ne kadar
|
||
|
||
BİLİM ve TEKNİK 2 Ekim 2004
|
||
|
||
|
||
|
||
|
||
derinlere nüfuz edebilirse, o kadar çok bilgi verir. Dolayısıyla bu parçacıkların, hızlı olması gerekir. Hele çekirdeğin, 'güçlü kuvvet kalıntıları'nın bir arada tuttuğu sağlam yapısı göz önünde bulundurulursa; ışık hızına yakın hızlarda...
Tabii, yalnızca çekirdeğin değil, yoklama ucu olarak kullanılan, örneğin protonların da bir iç yapısı var. Güçlü kuvvetin kalıntılarıyla değil, ta kendisiyle bir arada duran bu çok daha sağlam yapıların kurcalanması çok daha zor. Bir uçla bir yapıyı yoklarsınız da, ucun kendisiyle ne yaparsınız?... Geriye tek çare kalır: Protonları birbirleriyle ya da karşıtlarıyla çarpıştırmak. Tıpkı, bilmediğimiz iç yapısını merak ettiğimiz ve fakat içini açıp bakmayı beceremediğimiz bir elektronik aygıtı, adeta öfkeyle duvara fırlatıp, yere düşen parçalarına bakarak, nelerden oluştuğunu anlamaya çalışmamızın çaresizliğinde olduğu gibi. Göründüğü kadar fena bir yöntem değildir aslında.
|
||
|
||
BİLİM ve TEKNİK
|
||
|
||
|
||||
|
||||
|
||||
Yüklü parçacıkların hızlandırılması, elektrik alanlarıyla ve ilk bakışta kolay görünen bir yöntemle yapılır. Ancak hızlandırma işleminin önünde, görelilik kuramının koyduğu ciddi bir engel vardır. Parçacıklar hızlandıkça kütleleri artar ve daha fazla hızlandırılmaları, giderek zorlaşır. O kadar ki; durağan halden kaldırılıp ışık hızının %99'una ulaştırılmış bir parçacığın hızını %99.9'a ulaştırmak için, ilk aşamadaki-nin 3 mislinden fazla enerji harcamak gerekir. Bu nedenle; protonları tek bir ışın halinde hızlandırıp sabit bir hedefle çarpıştırmak yerine, ayrı tüplerde ve zıt yönlerde iki ışın halinde hızlandırıp kafa kafaya çarpıştırmak, enerji sarfı açısından daha ekonomiktir.
Hızlandırma işlemi, doğrusal ya da dairesel bir yörünge üzerinde yapılabilir. Her iki yaklaşımın da, birbirlerine göre, artıları ve eksileri var. Doğrusal hızlandırıcılara kısaca 'linac' ('linear accelerator') deniyor. Dairesel hızlandı-rıcılarınsa birkaç çeşidi var. Kullandığı manyetik ve elektrik alanlar sabit olanlara 'siklotron,' değişken olanlara 'sen-krotron,' biri sabit diğeri değişken olanlaraysa 'siklosenkrotron' deniyor. Doğrusal hızlandırıcılarda, parçacıkları daha fazla hızlandırmak, hızlandırıcının boyunu uzatmakla mümkün. Bu, inşaat maliyetlerini artıran bir unsur. Buna karşılık, dairesel hızlandırıcılarda, ayrıca bir merkezkaç kuvveti altında ivmelenen parçacıkların ışıdığı 'sen-krotron ışıması' büyük enerji kayıpları-
|
na yol açabiliyor.
Halen çalışır durumda olan en güçlü doğrusal hızlandırıcı, ABD'nin Stanford Üniversitesi'ndeki SLAC ('Stanford Linear Accelerator'). Uzunluğu 3,2km'yi bulan bu hızlandırıcı, elektronları 25GeV (GigaelektronVolt-mil-yar elektronVolt) enerji eşdeğerine kadar hızlandırabiliyor. Dolayısıyla, elek-tron-pozitron çarpışma deneylerinde, kütle merkezi enerjileri 50GeV'a ulaşabiliyor. Elektronlar, bir lazer ışını yarıiletken üzerine düşürülerek, pozitron-larsa, elektron demetlerini tungsten bir hedefle çarptırarak üretiliyor. Yüklü parçacıklar, bakır bir ışın tüpü içerisinde seyahat ederken, hızlandırma işlemi, yol boyunca sabit aralıklarla yerleştirilmiş bulunan 'kalistron'ların üretti-
|
ği mikrodalgalar aracılığıyla yapılıyor. Kalistronlar, mutfaklarımızdaki mikro-dalga fırınlar gibi, ancak onların 1 milyon mislinden fazla güce sahip. Ürettikleri dalgalar, 'dalga rehberleri' aracılığıyla, ışınlama tüpü üzerindeki 'rezonans odaları'na yönlendiriliyor ve parçacıklar bu odalardan geçerken, içerde salınıp duran elektromanyetik dalganın elektrik bileşeni üzerinde, adeta surf yaparak hızlanıyorlar. Aynı demet içerisindeki parçacıkların birbirinden uzaklaşıp çepere çarpmamaları için, tüpün merkezine yakın konumlarda tutulmaları lazım. Bu amaca yönelik gü-dümleme, yol boyunca yine periyodik olarak yerleştirilmiş bulunan dört kutuplu ('quadrupole') mıknatısların mer-cekleme etkisiyle sağlanıyor. Ayrıca,
|
||
|
||||
|
||||
BİLİM veTEKNİK
|
||||
|
||||
|
||||
parçacıkların hızlanma sırasında hava molekülleri ya da yabancı parçacıklarla çarpışarak enerji kaybetmemeleri için, ışın tüpünün vakumlanmış olması gerekiyor. Bunu; hat üzerindeki döner pompalarla, sıvı hidrojen ya da helyum desteğiyle çalışan ve civardaki hava moleküllerini sıvılaştırarak üzerlerine yapışmasını sağlayan 'soğuk tuzak'lar başarıyor. Tabii bir de, gerek mıknatısların, gerekse yüklü parçacıkların hareketinin ürettiği manyetik alanların tüpte yol açtığı ısınmalar var. Buna karşı, tüp ve mıknatıslar, dış yüzeylerinden geçen boruların içinden geçirilen suyla soğutuluyor. SLAC'ın en büyük dedek-törü, çarpışma sonucunda ortaya çıkan değişik türden parçacıkları belirleme yeteneğine sahip çeşitli katmanlardan oluşan SLD ('Stanford Large Detector'). Yaklaşık 6 katlı bir bina yüksekliğinde ve 4000 ton ağırlığında...
SLAC'ın 'linac'ına Avrupa'da rakip bir doğrusal hızlandırıcı projesi var. Almanya'nın, maliyetinin yarısını üstlenerek başını çektiği TESLA (TeV-Energy Superconducting Linear Accelerator -Trilyon ElektronVolt Enerjili Süperilet-ken Doğrusal Hızlandırıcı) projesi, maliyetinin diğer yarısını paylaşmak İsteyen katılımcı ülkelere açık. Projenin, 2004 yılı sonuna kadar kesinleşmesi bekleniyor. 15'er km'lik iki hızlandırma kesimi içeren, 33km uzunluğa sahip. Yerin 10-30 m altında inşa edilecek olan tünelinin çapı 5m kadar. Sü-periletken mıknatıslar kullanacak ve 'Yüksek Enerji Doğrusal Elektron Po-zitron Hızlandırıcısı'nda, kütle merkezi enerjileri 90 ila 800GeV arasında olacak.'
|
|
|||
Şimdiye kadar yapımına başlanmış olan en büyük dairesel hızlandırıcı, ABD'nin 1989 yılında onaylanan, 14km yarıçapı ve 87 km çeperiyle, ışın başına 20TeV'luk enerji düzeyini başarması planlanan SSC ('Superconducting Super Collider') hızlandırıcısı idi. 8,25 milyar dolarlık tahmini maliyetinin yüksek olduğu gerekçesiyle, tünelinin 22,5km'si İnşa edildikten sonra 1993 yılında, projenin tamamlanmasından vazgeçildi.
Ulaşılan enerji düzeyi açısından en güçlü dairesel hızlandırıcı, ABD'nin Fermi Ulusal Hızlandırıcı Laboratuva-rı'ndaki Tevatron. 6,3 km'yi bulan çapıyla, parçacıkları 1 TeV enerji düzeyine kadar taşıyıp, ışık hızının 320 km/sa yakınına kadar hızlandırabiliyor. Dolayısıyla proton ve karşıtproton-ların kafa kafaya çarpışmalarında, kütle merkezindeki enerji l,96TeV'a ulaşabiliyor. Fakat, boyut olarak en büyük dairesel hızlandırıcı, Avrupa ülkelerinin ortak araştırma merkezi olan CERN'deki, 'Büyük Elektron Pozitron' hızlandırıcısı (LEP, Large Electron Po-sitron) idi. 2000 yılında etkinliği durdurulup tüpünün sökülmesine başlan-
|
dı. Yerine daha güçlü, 'Büyük Hadron Çarpıştırıcısı' (LHC, 'Large Hadron Collider') yapılacak. 2007 yılında çalışır hale gelmesi beklenen LHC işletmeye alındığında, dünyanın en büyük ve en güçlü hızlandırıcısı olacak. LHC'de protonların, kuarklar ve gluonlardan oluşan bileşenleri arasındaki çarpışmaların enerjisi ortalama olarak 10 TeV düzeyilerine, daha önceki LEP ya da Fermilab Tevatron'dakinin yaklaşık 10 katına ulaşacak.
Bir hızlandırıcıda enerji arttıkça, parçacıkların De Broglie dalgaboyu l/E ile azalıyor. Oysa çarpışma tesir kesiti, dalgaboyunun karesi, yani (l/E)2 ile orantılı. Dolayısıyla, LHC'de-ki tesir kesitleri 1/100 oranında küçülmüş olacak. Bu durumda, LEP'tekine eşdeğer etkinlikte bir çarpıştırma programı sürdürebilmek için, hızlandırıcının, saniyede çarpışma sayısıyla oran-tılı olan 'parlaklığı'nın (L, 'luminosite') E2 ile orantılı olarak artması gerekiyor. Daha önceki hızlandırıcılarda L=1032cm-2s-1 iken, LHC'de bu değer L=1032cm-2s-1olacak. Bunun için, zıt yönlerde dönen ışınları taşıyan tüplerin her birini, her biri 10" parçacıktan oluşan 2835 ışın demetiyle doldurmak gerekiyor. Sonuç olarak, ortaya çıkan ışın akımı (Ib=0,53A) değerleri, kriyoje-nik (-273 °C'deki mutlak sıfıra yakın) sıcaklıklarda çalışan hassas süperilet-ken mıknatıslardan yapılmış bir alet için çözülmesi güç bir sorun oluşturuyor.
İki parçacık demeti bir dedektörün merkezinde buluştuklarında, demetlerdeki parçacıkların yalnızca çok küçük bir kısmı kafa kafaya çarpışarak istenen olaylara yol açar. Diğerlerinin tümü, karşı demetin güçlü elektromanyetik alanı tarafından saptırılır. Daha yoğun demetler İçin daha güçlü olan bu saptırmalar, devirden devire artar ve sonuç olarak parçacık kaybına yol aça-
|
|||
|
||||
|
||||
|
||||
|
dan sonra kaybedilebilir. Böylesi bir kayba yol açacak kaosun başlangıcına yönelik çalışmalar yapıldı. LHC'de, manyetik alan geometrisindeki kusurların kararsızlığa yol açan etkilerinin, enjeksiyon enerjilerinde daha belirgin olacağı görüldü. Çünkü enjeksiyon aşamasında, süperiletken kablolardaki akım kalıntılarının etkileri ağırdı ve ışın bu sırada, bobin kesitinin daha büyük bir kesrini işgal ediyordu. Dolayısıyla, 'dinamik açıklık' (dynamic aperture) denen, parçacıkların gereken sürelerle kararlılıklarını koruyabilecekleri bobin kesiti kesrinin hesaplanması gerekti. Bunun, enjekte edilen ışının boyutlarını yeterli bir güvenlik marjıy-la aşıyor olması lazım. Oysa halen, parçacıkların doğrusal olmayan alanlardaki uzun vadeli davranışlarını yeterli duyarlılıkla öngörebilen hiçbir kuram yok. Dolayısıyla, hızlı bilgisayarlarla benzetişimler yapılarak, yüzlerce parçacığın adım adım, binlerce LHC mıknatısından geçerek, milyon kereye kadar turlaması izlenecek. Benzetişim sonuçları, mıknatısların tasarım ve üretim aşamasındaki kalite toleranslarının tanımlanması için kullanılıyor.
Alınan tüm önlemlere karşın, ışın Ömrü sınırlı olmak zorunda. Yani parçacıkların bir kısmı ışın tüpüne doğru dağılıp kaybolacak. Bu olayda parçacık enerjisi malzemede ısıya dönüşür ve süperiletken mıknatısların soğumasına yol açarak, hızlandırıcının çalışmasını saatler boyunca kesintiye uğratabilir. Bundan kaçınmak için; bir 'ışın kesitini daraltma' ('kolimasyon') düzeneği, kararsız parçacıkları ışın tüpü duvarı-
|
|||
bilir. Bu 'ışın etkisi' daha önceki çar-pıştıncılarda incelenmiş ve deneyimler, ışının ömrünü yeterince uzun tutabilmek için, ışın yoğunluğunun belli bir 'ışın-ışın limiti'ni aşmaması gerektiğini göstermiş durumda. LHC, istenen parlaklığa (kafa kafaya çarpışmaların fazlalığı) ulaşabilmek amacıyla, bu sınıra mümkün olduğunca yakın çalışacak. Eski PS ve SPS'den oluşan enjektörleri, gereken ışın yoğunluğunu sağlayacak kapasiteyle donatılıyor.
LHC'nin 27 km uzunluğundaki ışın tüpü boyunca ışık hızına yakın hızlarda seyahat ederlerken, 2835 proton demetinden her biri arkasında, ardından gelen demetleri etkileyen bir elektromanyetik 'çalkantı alanı' ('wake-field'} bırakır. Bu nedenle, demetlerden herhangi birinin konum ya da enerjisinde başlangıçta yer alan bir sapma, diğer gruplara aktarılır ve doğan salınımlar, belli bazı koşullar altında artarak, ışın kaybına yol açabilir. 'Kollektif kararsızlık' denen böyle durumlar, yüksek parlaklık temini için gereken daha büyük ışın akımı nedeniyle, LHC'de daha ciddi bir sorun oluşturabilecek. Etkileri, ışını çevreleyen elementlerin elektromanyetik özelliklerinin özenli kontrolüyle asgariye indirilmiş bulunuyor. Örneğin, çalışmama koşullarına geri dönüş anlamındaki 'soğuma'sı sırasında hızlandırıcının büzüşmesini mümkün kılan binlerce körük kıvrımı, ışına karşı zırhlanmış. Paslanmaz çelikten yapılmış olan ışın tüpünün İçi, ışın tarafından çeperinde uyarılan 'duvar akımla-rı'na karşı direnci azaltmak amacıyla saf bakırla kaplanmış. Bu önlemlerin tüm kararsızlıkları bastırabilmesi beklenmediğinden, kalanların sönümlendi-rilmesi (damping) için, karmaşık geri-besleme sistemleri ve doğrusal olmayan mercekler tasarımlanıyor.
|
Işınların yüksek enerjide, 10 saat süreyle depolanması Öngörülüyor ve parçacıklar bu sırada hızlandırıcının etrafında 400 milyon kere dönecek. Bu arada, ışın tüpünün merkeziyle çakışan yörünge etrafındaki doğal salınım-ların genliğinin fazla artmaması gerekiyor. Çünkü bu, ışını seyreltip aletin üretebildiği parlaklığı azaltır. Bunun başarılması, ışın-ışın etkileşimi nedeniyle zaten zordu. Ayrıca; aletin yönlendirici ve odaklayıcı manyetik alanlarındaki istenmeyen, ama kaçınılmaz olan ve doğrusal olmayan minik bileşenleri; demetlerin hareketini biraz kaotik hale koyabilir ve parçacıklar, çok sayıda tur-
|
|||
|
||||
|
||||
BİLİM ve TEKNİK
|
||||
|
||||
|
||||
na ulaşmadan önce yakalayacak ve kayıpları, iyi zırhlanmış ve süperiletken unsurlardan uzak bölgelere hapsetmeye çalışacak. LHC ilk kez, büyük bir ışın akımını çok yüksek enerji düzeylerinde ve en karmaşık süperiletken teknolojisiyle birlikte kullanıyor. Dolayısıyla, daha önceki hızlandırıcılardan çok daha verimli bir kolimasyon sistemine gereksinimi var.
Çağdaş bir hızlandırıcı ya da çarpış-tırıcı, dev bir yatırım olması nedeniyle, bir araştırma aracı olarak uzun sürelerle yarar sağlamak zorunda ve değişen araştırma gereksinimlerine ayak uydurabilmek durumundadır. Örneğin CERN'in SPS hızlandırıcısı önce bir proton-karşıt proton çarpıştırıcısına, sonra LEP için lepton enjektörüne ve şimde de LHC için bir proton enjektörüne dönüştürülmüş bulunuyor. LHC ile İlgili olarak, en az maliyetle en yüksek performansı yakalamaya yönelik teknik tercihler, bileşenlerinin çoğu birbirine yakın konumlandırılmış ve sürekli bir kriyostat içerisine yerleştirilmiş olduğu için, aletin uyum yeteneğini ciddi şekilde azaltabilir. Tasarımcılar bunu göz önünde bulundurarak, gelecekteki olası iyileştirmeler ve beklenmedik araştırma taleplerine ayak uydurabilmeyi sağlamak amacıyla, alet düzenine olabildiğince esneklik katmaya çalışıyor.
Elektron-pozitron çarpıştırıcıların-daki parçacıklar her saniye, ışında depolanmış olan enerjiden çok daha fazlasını, 'senkrotron ışıması' kanalıyla kaybederler. Bu kayıpların RF sistemi tarafından sürekli olarak telafi edilmesi gerekir ve sonuç olarak, bu olay; bir yandan salınımların sönümlenmesine yardımcı olurken, diğer yandan ulaşılabilecek enerji düzeylerini sınırlar. LHC'de, parçacık kütlelerinin büyük olması nedeniyle, aynı sürede ışınlanan enerji miktarı az olduğundan, bu etkiler önemsizdir. Ancak daha yüksek, l00TeV civarındaki proton hızlandırıcılarında önem kazanırlar. Fakat LHC'de ışınlanan, yaklaşık 3.7kW'lık güç, düşük bir yüzde oluşturmakla beraber; kriyojenik sıcaklıklardaki ışın tüpü tarafından soğurulacağı için, gözar-dı edilemez. Bu ısıl girdi, soğutma sisteminin güç düzeyini etkiler ve önemli bir maliyet unsuru oluşturur. Ayrıca, senkrotron ışınımı tüp duvarlarına, çok sayıda ultraviyole foton olarak çar-
|
Kuram ve Deneysel Gözlem
|
parçacıkiarı, çinko sülfat kaplı yüzeye ulaşıp çarptıklarında, bu maddenin fosforesan etkiyle parıldamasına yol açsınlar da, folyodan geçerken ne kadar saptırıldıkları anlaşılsın. Altın atomları, az sayıda minik çekirdekli bir karpuz olarak mo-dellendiğine göre; Rutherford'un beklentisi; alfa parçacıklarının folyodan geçerken, çok az miktarda sapmalara uğramaları ve ekranın, folyonun öte tarafındaki dar bir bölge üzerinde toplanmış parıldamalara yol açmalarıydı. Deney sonuçları, hiç de beklendiği gibi çıkmadı...
Ekranda gözlenen parıldamalar, alfa parçacıklarının çok çeşitli yönlerde saptırıldığını; hatta bazılarının, adeta geri sekerek, ekranın, ikinci değil de birinci yarımküresine çarptığını gösteriyordu. Rutherford'un bu gözlemlerden çıkardığı sonuç, atomun merkezinde sert bir çekirdek yapısının bulunması gerektiğiydi. Bu kısım, artı yüklü protonlardan oluşuyor, çok daha küçük kütleli elektronlar da, çekirdek etrafındaki yörüngelerde dolaşıyordu. Rutherford'un yaptığı, gözleriyle göremediği kapkaranlık bir dünyada, etrafı tanımaya çalışmaktı. Ödülü de büyük oldu. Atomun modeli değişti. Karpuz olmaktan çıktı...
Deney Sonuçları:
|
||
Deney Düzeneği:
|
||||
Radyoaktif
kaynak
|
||||
Beklenen Sonuç:
|
||||
|
||||
Ekran d beklenen işaretler
Geçen yüzyılın başlarında atomun, karpuzun-kine benzer bir yapıya sahip olduğu düşünülüyordu. Buna göre; artı yüklü protonlar, yaklaşık küresel bir doku oluşturuyor, eksi yüklü elektronlar da, karpuzun çekirdeklerine benzer şekilde, bu dokunun içine serpiştirilmiş halde bulunuyordu. Öte yandan, radyoaktivite Henry Becquerel tarafından daha önce keşfedilmişti ve Pierre Curie ile eşi, alfa etkin radyumla çalışmalar yapıyordu. İngiliz bilimadamı Ernest Rutherford, 'atomun karpuz modeli'nin doğruluğunu sınamak için bir deney tasarladı. Bu tasarıma göre; kurşun bir zırh içerisine, alfa etkin maddeden bir miktar konacak ve ışınlanan alfa parçacıklarının (helyum atomu), zırhta açılan minik bir delikten ince bir demet halinde çıkmaları sağlanacaktı. Alfa ışın demetinin önüne, küçük ve ince bir altın folyo konulacak; folyonun etrafı da, iç yüzeyi çinko sülfatla kaplı, diyelim küresel bir ekranla sarılacaktı. Böylece, folyonun içinden geçen alfa
|
||||
|
||||
Ekranda gözlenen işaretler
Deneysel patika öngörüleri:
Alfa parçacıklarının olası patikaları
|
||||
par. Bu fotonlar, malzeme bünyesindeki gaz moleküllerini açığa çıkartarak, tüpün içerisindeki kalıntı gaz basıncını arttırdığı gibi, foto-elektron oluşumuna yol açar. Fotoelektronlar, proton demetlerinin güçlü elektrik alanı tarafından, ışın tüpü boyunca ivmelendirilir ve sonuç olarak, kriyojenik yükün artmasına ve ek bazı kararsızlıklara yol açar.
Tabii, böyle, dev boyutlardaki bir uluslararası projenin aşması gereken pek çok güçlüğün olması doğal ve hepsini buraya sığdırmak olanaksız. Ancak 2007'de devreye girmesinden sonra, bazılarına yanıtlar getirebileceği soruların boyutları da büyük. Fermilab'ın sitesinde fevkalade güzel bir şekilde dillendirilmiş olanları şöyle:
Parçacıkların niye kütlesi var? Nöt-
|
rino kütlesinin kaynağı farklı mıdır? Kuarklarla leptonların gerçek doğası nedir? Neden üç ayrı nesil temel parçacık var? Gerçekten temel olan kuvvetler hangileridir? Kuantum gravitasyo-nu parçacık fiziğine nasıl dahil edilebilir? Madde ile karşıt madde arasındaki fark nedir? Evreni bir arada tutan 'karanlık madde' parçacıkları nedir, nelerdir? Evrendeki yapıları birbirinden uzaklaştıran 'karanlık enerji' nedir? Evrenin, bildiklerimizin ötesinde gizli boyutları var mı? Acaba bir 'universe' yerine, çok boyutlu bir 'megaverse'in mi parçasıyız? Evren nelerden oluşuyor ve evrende neler, nasıl olup bitiyor?
Hangilerinin yanıtlarını ne zaman bulabileceğimizi; tabii ki yine zaman gösterecek, dördüncü boyut...
|
|||
|
||||
BİLİM ve TEKNİK
|
||||
|
||||
|
||||
KARANLIK
|
||||
|
||||
Varsayalım bir tenis maçından dönerken, uçsuz bucaksız ve kapkaranlık bir mağarada kayboldunuz. "Olur mu öyle şey?" demeye fırsat bulamadan, hırıltılı bir hayvan sesi duymaya başladınız. Yanınızda, bir çanta dolusu tenis topundan başka bir şey, el feneri filan yok. Ses giderek yaklaşıyor ve çıkaranın hangi hayvan olduğunu merak ediyorsunuz. Şeklini bir bilseniz, ne me-nem şey olduğunu hemen çıkartacak ve belki rahatlayıp, belki de kaçacaksınız. Nasıl anlarsınız?...
|
|
|||
|
||||
görüldüğü gibi, profil daha ayrıntılı olarak belirlenebilirdi. Hele minik bil-yalar, gerçi hayvanı rahatsız edip sal-dırganlaştırır, ama çok daha ayrıntılı bilgi sağlardı. Öte yandan, eğer hayvana zarar vermek istemiyorsak, bilyaları fazla hızlı fırlatmamamız gerekir. Hele hele; hayvancağızın şeklini, bir tabancanın namlusundan çıkan mermilerle yoklamaya, hiç kalkışmamamız...
Tabii en rahat ve kolayı, bir kaynağını bulup, hayvanın üzerine yeterli sayıda foton fırlatmak olurdu. Cisimleri biz çoğu zaman böyle algılıyoruz; yansıttıkları ışınlar sayesinde onları görerek. Dolayısıyla, eğer çantamızda bir el feneri olmuş olsaydı, merakımızı hemen giderebilir ve hem de hayvanı, hemen hemen hiç rahatsız etmemiş olurduk. Gün ışığının ulaştığı yerlerde, görmek istediğimiz cisimlerin üzerine fırlatacak foton aramak zorunda kalmıyoruz bile. Güneş bunu bizim için, zaten yapıyor.
Baktığımız cisimden yansıyan ışınlar, göz merceğiyle cisim arasında, kesik bir koni oluşturuyor: Koninin geniş tabanı cismin, kesik ucu da merceğin üzerinde. Mercek bu ışınları retina üzerinde odakladığından, gözün İçinde de bir koni oluşuyor. Bu sefer geniş taban, mercek; kesik uç da retina üzerinde. Retinanın, üzerine ışın düşen görme hücreleri, bu ışınlar üzerinde bir ön işlem yapıyor ve ürettikleri elek-trokimyasal sinyaller, optik sinir aracı-
|
lılığıyla beynin görme merkezine gönderiliyor. Görme merkezi de bu sinyallerden hareketle, kafatasımızın içerisinde, cismin bir görüntüsünü inşa ediyor. Bu sürecin çalışabilmesi için; retinaya yeterli miktarda ışığın, yeterli sayıda görme hücresi üzerine yayılmış bir şekilde düşmesi gerekir. Çünkü, her ne kadar çoğu zaman retinadaki tek bir noktadan söz edilirse de, tek bir görme hücresinin ayrıntılı bir görüntüyü algılaması mümkün olmadığı gibi, sürece katılan hücrelerden her birinin, bellli bir eşik miktarının üzerinde ışıkla uyarılması lazımdır.
Ancak, baktığımız cisim küçüldükçe ya da uzaklaştıkça, görme konileri daralıp inceliyor ve sonuç olarak, retinaya düşen görüntü noktalaşıp, diğer görüntü işlemleri arasında kayboluyor. Bu sorunu aşmak için, ışınlar arasındaki açıları açarak koni tabanlarını yay-vanlaştırmak mümkün. Optik mikroskop ya da teleskoplardaki mercekler de, ışınları kırmak suretiyle bunu yapıyor zaten. Fakat bu sefer de, cisimden gelen ışınlar daha geniş bir alana yaydırılmış olduklarından, retinaya ulaşan miktar, eşik düzeyinin altına düşebiliyor. Görüntü solgunlaşıp, yine kayboluyor. Bu yüzdendir ki, optik mikroskoplar; güçlü bir ışık kaynağıyla birlikte, cismin üzerine daha fazla ışık gönderip yansıtmak suretiyle çalışırlar. Ya da çoğu teleskopta olduğu gibi; cisimden gelen ışınlar, uzunca bir süre için
|
|||
Şekli bilinmeyen bir cisme doğru parçacıklar fırlatarak, bu parçacıkların nasıl saptırıldıklarına bakmak suretiyle, cismin şekli hakkında bilgi edinilebilir. Örneğin yukarıdaki şekilde olduğu gibi... Dolayısıyla; eldeki tenis toplarını teker teker ve hızla sesin geldiği tarafa doğru fırlatarak, duvarlara çarpıp tok sesler çıkaranları saymaksızın, canlının yumuşak dokusundan geri sekenlerin, yaklaşık hangi noktalardan dönüp geldiklerini saptamaya çalışmak, eldeki sınırlı olanaklar çerçevesinde iyi sayılabilecek bir yöntem olabilir. Bu, bize söz konusu hayvanın vücut profilini, yaklaşık olarak verecektir. Hatta, toplardan her birinin gidiş ve geliş süreleri de kaydedilebiliyorsa, bu süreler arasındaki farklar ve topların hızlarından hareketle, hayvanoğlu-nun üç boyutlu bir resmini çıkarmak bile mümkündür.
Fakat tenis topları çok büyük olasılıkla, mağaraya sığabilecek bir hayvanın boyutlarına oranla oldukça iridir ve vücut profilini ancak kaba hatlarıyla verebilir. Oysa aynı işlem masa tenisi toplarıyla tekrarlanabilseydi, şekilde
|
||||
|
||||
BİLİM ve TEKNİK 8 Ekim 2004
|
||||
|
||||
|
|||||
TA ARAYI Ş
|
|||||
|
|||||
|
|
Bu göremediğimiz ışınların sağladığı görüntüler, uygun kimyasallar aracılığıyla görünür hale getirilebilir. Örneğin, Rontgen filmi çekimlerinde olduğu gibi. Fakat bir fotonun dalga boyu küçülürken, enerjisi ters orantılı olarak artıyor ve 10-10 m'lik dalga boyunda 10 keV'a (kilo elektronVolt - 1000 eV) ulaşıp, 10-15 m'lik dalgaboyunda da 1 GeV'u buluyor. Bu yüksek enerjilere sahip fotonlarla, örneğin atomun yapısını incelemeye çalışmak, bir bakıma yukarıdaki mağara örneğinde olduğu gibi, ayının şeklini makinalı tüfek ateşiyle belirlemeye kalkışmaya benziyor. İncelenmeye çalışılan yapı; ağır şekilde etkilenip, ciddi biçimde değişiyor...
Cisimlerin üzerine dalgalar gönderip yansıtmak, hala iyi bir inceleme yöntemi ve bu iş için ille de ışık dalgaları kullanmak gerekmiyor. Örneğin, yarasalar bunu ses dalgalarıyla da yapıyorlar. Çıkardıkları 'sesüstü' seslerin yankılarını kulaklarıyla algılayıp, etraflarındaki cisimlerin ne kadar yakınlarında olduğunu anlayabiliyor; hatta yankıların iki kulağa geliş zamanları arasındaki farkı değerlendirerek, açısal konumları ve belki üç boyutlu görüntüleri hakkında da bilgi sahibi olabiliyorlar. Bunu da bayağı hızlı ve uçarken yapabiliyorlar: zifiri karanlık bir mağaranın içerisinde, vıızt vıııızt!...
|
Gerçi bildiğimiz gibi, insan kulağı bir alt sınır olarak; genliği atom boyutu, yani 10-10 m kadar küçük olan ses dalgalarını dahi algılayabiliyor. Ancak genlik başka şey... Seslerin dalga boyları büyük olduğu gibi, kendileri de zaten, atom ya da molekül gruplarının birlikte hareketlerinden oluşuyor. Birkaç mm ayrıntıya kadar organ görüntüsü verebilirler, ama atomun incelenmesinde kullanılmaları olanaksız. Bunun İçin, enerjisi fazla yüksek olmayan, küçük dalgalar lazım.
|
||
İki aynı noktada oluşturulan
dairesel su dalgalarının
girişim örüntüsü
|
|||||
toplanır ve görüntü inşasına, yeterince birikim sağlandıktan sonra geçilir.
Işığın bir de dalga davranışı var tabii. Nasıl ki bir su tankında, yan yana iki çubuğun aşağı ve yukarı hareketleriyle oluşturulan dairesel su dalgaları, üst üste binip birbirleriyle girişimde bulunuyorlarsa; iki ayrı yarıktan geçirilen ışık dalgalan da, yandaki şekilde görüldüğü gibi bir girişim örüntüsü veriyor. Dolayısıyla biz görmek için cisimlere ışık tuttuğumuzda, aslında üzerlerine elektromanyetik dalgalar gönderip yüzeylerinden yansıtmış ve gözümüze geri gelenler üzerinde işlem yapmış oluyoruz. Bu durumda, gönderilen ışığın dalga boyunun, cismin boyutlarından büyük olmaması gerekir. Çünkü aksi halde dalga, cismin varlığından pek etkilenmez ve geriye, net bir görüntünün oluşabilmesi İçin gereken miktar ve nitelikte yansıma gelmez. Tıpkı denizde yüzen bir şişe mantarının, yakından geçen bir tankerin yol açtığı dalgaları etkileyip, geri yansıtamadığı gibi. Böylesine kocaman dalgalarla küçük bir mantarın şeklini belirlemeye çalışmak, iri bir ağacın gövdesini kürdan olarak kullanmaya kalkışmak gibidir. Bir 'çözünürlük' sorunu doğar ve dolayısıyla, daha küçük cisimleri görebilmek için, daha kısa dalgaboyları kullanmak gerekir. Fakat retina tabakasındaki görme hücrelerinin duyarlılığı, 3,9-7,6xl0-7 m aralığın-daki 'görünür ışık' dalga boylarına ayarlıdır ve bu dalgaboyu aralığın-daki ışıkla, hücreden daha küçük yapıları görebilmek mümkün değildir. Oysa hücre boyutları yaklaşık 10-4 m kadarken, atomun boyuları 10-10 m düzeyinde.
Gerçi, x ve gama ışınları gibi; dalgaboyu çok daha küçük ve hatta çekirdeğin 10-15 m'lik boyutlarının altına İnen, ışık ışınlan da var.
|
|||||
|
|||||
Bu aşamada akla, madde dalgaları geliyor. Maddenin dalga boyuyla mo-mentumu arasındaki ilişki, DeBroglie bağlantısıyla X=h/p olarak veriliyor. Buna göre; örneğin oda sıcaklığındaki (295 K) ideal bir gazın içinde serbestçe dolaşan bir elektronun ortalama kinetik enerjisi (E=3kT/2) 6,2xl0-19 erg ya da 0,04eV, momentumu (p2=2mE) ise, yaklaşık 10-20 g-cm/s kadardır. Yani X=3,3xl0-7 cm kadar olur ve elektronun kinetik enerjisi arttıkça bu dalga boyu, kinetik enerjinin kare kö-küyle, ters orantılı olarak azalır. Kısacası elimizde; enerjisi düşük, dalgaboyu da atom düzeyinde küçük dalgalar vardır. Bu dalgaların varlığından; bir plaka üzerindeki iki ayrı deliğe doğru gönderilen elektronların, plakanın gerisindeki bir ekran üzerinde, üstteki şekilde görüldüğü gibi bir girişim örüntüsü oluşturmasından dolayı emin olabiliyoruz. Tıpkı su ve ışık örneklerinde olduğu gibi...
Dolayısıyla, atom ve molekül boyutundaki yapıların görüntü-
|
|||||
|
|||||
BİLİM ve TEKNİK
|
|||||
|
|||||
|
||||
lenmesi İstendiğinde, 'elektron tarama' mikroskopları kullanılır. Böyle bir mikroskopta, tarama ucu denen, çok küçük ve ince bir iletken vardır. Bu uç, basınçla karşılaştığında minik elektrik akımları üreten ('piezoelek-trik') bir 'tarayıcı aygıt'a takılıdır. Tarayıcının içerdiği elektronik bileşenler, uca elektrik akımı sağladıkları gibi; hem tarayıcıyının hareketlerini yönetip, hem de hareket duyargasından gelen sinyalleri almaktadır. Nihayet bir bilgisayar, tüm sistemi denetlemekte ve toplanan verileri işleyerek, görüntüye dönüştürmektedir. Böyle bir STM mikroskopu ('scanning tunneling microscope'), yaklaşık şöyle çalışıyor: Tarayıcı aygıt, tarama ucunu İletken bir yüzey üzerinde hızla gezdirirken, içerdiği elektronik bileşenler, uca elektrik akımı sağlamaktadır. Tarayıcı, tarama ucunu, örnek yüzeyindeki tüm (x,y) noktaları üzerinden, sistemli bir şekilde geçirir. Uç bir atoma rastladığında, atomla uç arasındaki elektron akışı değişir ve bilgisayar, bu akım değişikliğini, tarama ucunun, yani atomun x-y koordinatlarıyla birlikte kaydeder. Tarama işlemi sona erdiğinde bilgisayar, topladığı verilerden hareketle, atomların konumlarına karşılık gelen akım değerlerini, yüzey üzerinde grafiklendirir. Bu bir bakıma, eski fonograflardaki çalışma yöntemi gibi-dir ve tarama ucu iğneye, atomlar da plağın üzerindeki girinti çıkıntılara benzetilebilir. STM ucu, 'tünelleme' yapan akımını, atomların konumunu belirleyen duyarlı bir algılayıcı olarak
|
|
tülerini verebiliyor. İç yapılan hakkındaysa hiç bilgi veremiyor. Atomun ve çekirdeğin yapısını İncelemek için başka araçlar, daha kısa boylu madde dalgaları lazım...
Aslında, birkaç atomdan oluşan madde yapıları, oda sıcaklığında dahi çok yüksek momentumlara ve dolayısıyla da, kısa dalga boylarına sahip oluyorlar. Ancak böyle iri kıyım kütleler, çekirdeği kurcalamak için hiç uygun değil. Bu tıpkı bir arkadaşınızın şeklini; elinize bir balyoz alıp sallayarak, orasını burasını yoklayarak belirlemeye çalışmaya benzer. Böyle bir yaklaşımın, arkadaşınızı bazı boyutlarından yoksun bırakmak gibi bir sakıncası vardır. Dolayısıyla, maddenin yapısını ve çekirdeği incelemek için, elektron ya da proton gibi, eldeki en küçük parçacıkları kullanmak gerekiyor. Ancak bu parçacıklar da, yükleri nedeniyle, çekirdekle etkileşime giriyor. Örneğin elektron saçılmaya uğrayarak, çekirdeğin yapısı hakkında bilgi vermek yerine, içine çekilip yutularak, İncelenmeye çalışılan yapıyı değiştiriyor. Hele proton, benzer yüklü olduğu için, çekirdek tarafından itiliyor ve çekirdeğe yeterince yaklaşabilmesi için, yüksek hızlara sahip olması gerekiyor. Bu durumda da, elektronun 1,83ü katı olan kütlesiyle, çekirdeğin parçalanmasına yol açıyor. Yüksüz olan nötronlarsa, yüksüz oldukları için; örneğin bir manyetik alanla yakalanıp, elektrik alanıyla yönlendirilemiyorlar ve kendi bildikleri doğrultularda gidiyorlar.
Gerçi çekirdeği parçalamak suretiyle, yapısı hakkında ek bilgiler edinilebilir. Hele İlgi konusu olan, örneğin protonun kendi yapısıysa, o zaman yüksek hızlı protonları kafa kafaya çarpıştırıp, sonuçta nelerin ortaya çıktığına bakmak gerekir. Ancak, öylesine yüksek hızlara sahip protonlar yalnızca, atmosferin üst katmanlarına ulaşan kozmik ışınlarda bulunuyor. Bizse yerdeyiz. Dolayısıyla bu parçacıkları, yerde hızlandırmak, yani hızlandırıcılar kullanmak lazım. İki amaçla: Birincisi, parçacıkları çekirdeklerin üzerine gönderip saçılmalarına ya da çekirdek parçalanmalarına bakmak suretiyle, çekirdeğin yapısını araştırmak. İkincisiyse, parçacıkların kendilerini kafa kafaya çarpıştırarak, neler olduğuna bakmak suretiyle, parçacıkların iç yapılarını anlamaya çalışmak.
|
||
kullanarak, yüzeydeki atomların eş-yükseklik çizgileri üzerinde dolaşır ve sonuç olarak, yüzeyin topoğrafyasını çıkarır. Bu mikroskopların yeni modelleriyle, atomları görmenin yanında, istenilen şekilde konumlandırmak da mümkündür. Yukarıdaki şekillerden üsttekinde, 7x7 nm'lik (nanometrelik -metrenin milyarda biri), mavi renklendirilmiş galyum-arsenid yüzeyi üzerindeki, kırmızı renklendirilmiş olan tek bir sezyum atomu zinciri zigzagları görülüyor. Alttaki şekildeyse, tek tek atomlardan oluşturulmuş bir marka var. Fakat en iyi elektron mikroskopu dahi, atomların ancak bulanık görün-
|
||||
Farklı boyutlardaki nesneleri nasıl görürüz:
|
||||
DNA
çekirdek
elektron mikroskopu
|
||||
|
||||
BİLİM ve TEKNİK 10 Ekim 2004
|
||||
|
||||
|
|||||||
HIZLANDIRICI TİPLERİ VE ÇALIŞMA İLKELERİ
|
|||||||
|
|||||||
Hızlandırmak için elektron ya da proton bulmak, oldukça kolay. Pro-ton, hidrojeni iyonlaştırmak suretiyle elde edilebiliyor. Öte yandan, bazı me-taller ısıtıldıklarında, bir kısmı zaten serbest dolaşmakta olan dış kabuk elektronlarının kinetik enerjisi artıyor ve bunlardan bazıları, metal yüzeyin-den kaçıp bir elektron ışını oluşturu-yorlar. Hızlandırılan elektronların,ör-neğin tungsten çekirdekleriyle çarpış-tırılması, pozitron üretiyor.
|
zamanla bu düzlemde bir dağılma gösterirler. Dolayısıyla arada bir ve özellikle de çarpıştırma öncesinde, bir araya getirilmeleri gerekir. Bu amaçla tüp boyunca, ara konumlarda yerleştirilmiş, odaklayıcı 'manyetik mer-cek'ler bulunur. Daha ağır olan protonları hızlandırmak, elektronlara oranla daha zordur.
Parçacıkların yolları üzerinde atom ya da moleküllere rastlayıp çarparak hız kaybetmemeleri İçin, hızlandırma işinin, vakumlanmış bir tüpün içinde yapılması gerekir. Eğer tüp bir doğru şeklindeyse, bu doğrusal bir hızlandırıcı olur. Parçacıkların ne kadar yüksek enerjilere çıkması isteniyorsa, tüpün de o kadar uzun olması gerekir. Bu durum, tüpün yerleştirileceği tünelin maliyetini artırır. Bunun alternatifi, ek bir manyetik alan uygulamak suretiyle, parçacıkları dairesel yörüngeler üzerinde döndürerek hızlandırmaktır. Bu seçeneğe göre İnşa edilen dairesel hızlandırıcılara, hızlandırma İşlemi İçin kullanılan alan türlerine ve şekillerine bağlı olarak, 'siklotron' ya da 'senkrotron' denir.
|
Sabit hedef deneyleri
|
|||||
elektromıknatıslar bulunur. Dairesel hızlandırıcıların maliyetini yükselten unsur da budur.
Hızlandırılan parçacık demetleri; ya sabit hedeflerle çarpıştırıldıkları 'sabit hedef,' ya da kafa kafaya getirilerek çarpıştırıldıkları 'ışın çarpıştırma' deneylerinde kullanılır. Parçacıklar hızlandırılma sürecinde, ivmelen-dirilen her yüklü parçacığın yaptığı gibi, ışıyarak enerjilerinin bir kısmını kaybederler. 'Senkrotron ışıması' denen bu kaybın miktarı, parçacıklar hızlandıkça giderek artar ve dairesel hızlandırıcılarda, ek bir merkezkaç İvmesinin de varlığı nedeniyle, daha yüksektir. Buna karşılık doğrusal hızlandırıcılarda, hızlandırılmış olan demetlerin, başarıyla çarpıştırılamama-ları halinde, hızlandırılmaları için harcanmış olan çabanın tümüyle boşa gitmesi söz konusudur. Oysa dairesel hızlandırıcılarda, demetleri daha sonraki turlardan birinde tekrar bir araya getirmek imkanı vardır.
Doğrusal hızlandırıcılar, sabit hedef deneylerinde kullanıldıkları gibi, ışın çarpıştırmalarında da kullanılabilirler. Bazen ön hızlandırıcı olarak kullanılırlar ve hızlandırdıkları parçacıklar dairesel hızlandırıcıya aktarılırlar. Dairesel hızlandırıcılar da keza; doğrusal bir tüpe aktarımla sabit hedef deneylerinde ya da doğrudan ışın çarpıştırıcı olarak kullanılabilirler. Tabii, çarpışmadan geriye kalan ya da çarpışma sırasında ortaya çıkan ürünlerin belirlenmesi, deneylerin ana hedefidir. Bu amaçla çok çeşitli parçacık belirleyicileri (dedektör) kullanılmak durumundadır. Sabit hedef deneyle-rindeki hedef çoğu zaman, bu belirleyicinin içindeki bir malzemedir.
|
|||||||
|
E+M dalganın üstten görünüşü [+ yön kırmızı-yön mavi]
|
|
|||||
E+M dalgasının tepesine yakın olan pozitif yüklü parçacıklar.
|
|||||||
Daha sonra bu yüklü parçacıklar, bir elektrik alanının İçine yönlendirilip, alanın uyguladığı kuvvetle (qE) iv-melendirilebilir. Üzerlerine uygun frekansta elektromanyetik dalga gönderildiğinde, dalganın elektrik alanı bileşeni, yolu üzerinde rastladığı parçacıklara itme kuvveti uygular. Kuvvetin yönü, pozitif yüklü parçacıklar için ■ elektrik alanının yönüyle aynı, negatif yüklü olanlar içinse ters yöndedir. Dalganın tepesine ya da dibine rastlayan parçacıklara en büyük, orta kısmına rastlayanlaraysa daha küçük kuvvetler uygulanır. Sonuç olarak parçacıklar, yüklerinin işaretine bağlı olarak, bir ya da diğer yönde süpürül-mektedir.
Manyetik alan bileşeni, parçacıklara hareketlerine dik yönde kuvvet uyguladığından, parçacıklar doğru üzerinde değil, spiraller üzerinde kayarlar. Dolayısıyla, manyetik alan kuvvetlerinin kinetik enerji artışına bir katkısı, genelde zaten olamadığı gibi, burada da yoktur. Parçacıklar, ana hareket yönlerine dik düzlemde de hız bileşenlerine sahip olabildiklerinden,
|
|||||||
Doğrusal hızlandırıcıyla sabit hedef deneyi
|
|
||||||
Doğrusal hızlandırıcıya aktarımla sabit hedef deneyi
|
|||||||
sal çarpıştırıcı
|
|
||||||
Dairesel hızlandırıcıya aktarım
|
Dairesel çarpıştırıcı
|
||||||
Parçacıkları R yarıçapındaki bir tüpün içinde tutabilmek için; manyetik alanın ilgili parçacık üzerinde ve parçacığın hareketine dik yönde etki ettirdiği kuvvetin (qvxB/c), merkezkaç kuvvetine (mv2/R) eşit olması gerekir. Bu eşitliğin verdiği yarıçap değeri (R=mvc/qB) sabit kalmak zorunda olduğundan, parçacıklar hızlandıkça, onları yörüngelerinde tutmaya çalışan manyetik alanın şiddeti artırılmak durumundadır. Dolayısıyla, dairesel tüp üzerindeki bazı konumlarda, güçlü
|
|||||||
|
|||||||
BİLİM veTEKNIK
|
|||||||
|
|||||||
|
|||||
DEDEKTÖR ÇEŞİTLERİ
|
|||||
|
|||||
Dedektörler, duyularla algılanamayan olayları belirlemeye yarar. Kullanılmalarının amacı; parçacıkların patikalarının, saçılma açılarının, enerji ve kimliklerinin saptanmasıdır. Çünkü deneylerde çarpıştırılan parçacıkların türü, elektrik yükü ya da spin gibi İç yapısal özellikleri, genellikle önce-den biliniyor olur. Çarpışma anına kadar izledik-leri patikalarsa, hızlandırıcı tüpün geometrisinden bellidir. Öte yandan, enerji ve momentum gibi fi-ziksel değişkenlerinin değerleri, hızlandırma aşa-masında saptanmış ya da hesaplanmıştır. Oysa çarpışma sonucunda ortaya çıkan çeşitli parçacık-ların; elektrik yükü, kütle ve spin gibi yapısal özelliklerinin belirlenerek kimliklerinin saptanma-sı; izledikleri patikaların belirlenmesi suretiyle, nereden gelip nereye doğru gittiklerinin anlaşıl-ması ve böylelikle saçılma açılarının saptanması; taşıdıkları enerji ve momentum gibi fiziksel değiş-kenlerinin değerlerinin, bir şekilde ölçülmesi ge-rekir. Bu ölçümler, iz saptama odaları aracılığıyla yapılır.
İz saptama odalarının dört çeşiti var. Sis oda-sı olarak bilinen birinci türde; bölmenin içi, 'aşırı soğutulmuş' buharla dolu. Aşırı soğutulmuş buhar kaynama noktasının biraz altına kadar dikkatle soğultumuş olup, bu arada sıvı hale geçme süresini başlatma olanağını bulamamış olan kararsız bir molekül sistemi oluşturuyor. Yüklü parçacıklar bölmeden geçerken, buhar molekülle-
|
riyle etkileşime girerek, onların sıvı hale geçmesi-ne yol açıyor. Böylelikle, parçacık patikaları üze-rinde sıvı zerrecikleri oluşuyor. Bu izlerin fotoğra-fı çekilerek daha sonra inceleniyor. Kabarcık oda-sı da denen ikinci tipte; bölme süper soğutulmuş buhar yerine, kaynama noktasının hemen üstüne kadar 'süper ısıtılmış1 bir sıvıyla, örneğin hidro-jenle dolu. Yüklü parçacıklar sıvının içerisinden geçerken, keza civardaki moleküllerle etkileşimde bulunuyor ve Bu sefer onların buharlaşmasına yol açıyorlar. Dolayısıyla parçacık patikalarını, kabar-cık zincirleri halinde fotoğraflayıp, daha sonra in-celemek mümkün. Aşağıdaki şekilde, sıvı hidro-jenle dolu bir kabarcık odası var ve manyetik alanda kıvrılmış parçacık patikaları, oldukça net olarak seçilebiliyor. Ancak bu tipler artık pek kullanılmıyor.
Daha yaygın olarak kullanılan ve 'tel odası' ya da 'çok telli, oranlı sayıcı' (MWPC-multiwired pro-portional counter) olarak bilinen üçüncü tip; içi gaz dolu bir bölmeden oluşuyor. Bölmenin içinde; birbirine paralel iletken tellerden oluşan anot düz-lemleriyle, bu düzlemler arasında katot görevi gö-ren, keza iletken bir plaka bulunuyor. Katot pla-kalar arasındaki uzaklık 2 cm kadar; aynı anot düzleminde yatan tellerin birbirlerinden uzaklığıy-sa 2 mm oluyor ve birbirini izleyen anot düzlem-leri, hatları birbirine dik olacak şekilde yerleştiri-liyor. Bir parçacık bölmeye girdiğinde, yolu üze-
|
Parçacık
Katot plakalar
Anot teller
|
|||
rindeki gaz atomlarını iyonlaştırıyor. Artı yüklü iyonlar katot plakaya yönelirken; eksi yüklü olanlar, en yakındaki anot tele ulaşıyor ve telde bir akım oluşturuyor. Parçacık yol boyunca ilerledik-çe, hangi yatay ve dikey tellerden akım geçtiğine bakılarak, geçtiği noktaların koordinatların! belir-lemek mümkün oluyor. Bu tel odalarının bir de, 'sürüklenme odaları' (drift chamber) denen ve parçacığın oluşturduğu iyonların anot tellerine sü-rüklenmesi için gereken süreyi de hesaba kata-rak, iyonların hangi noktada oluştuğunu, dolayı-sıyla da parçacığın patikasını daha büyük bir du-yarlılıkla saptayanları var.
İz saptayan belirleyicilerin dördüncü tipi, yarı-iletken plakalardan oluşuyor. Plakalar üzerinde; yatay ve dikey yönlerde iletken hatlar, bu hatların uçlarında da elektrot çiftleri var. Parçacıklar pla-kaya çarptığında, yüzeyde eşik ve elektron çiftle-ri oluşturuyor. Bu yük taşıyıcıları bir elektrik ala-nının etkisi altında ayrıştırılarak, zıt elektrotlarda toplanıyor. Sonuç olarak elektrotlar arasında, öl-çülebilir bir akım elde edilmiş oluyor ve parçacı-ğın çarpma konumu; akım uyarılan iki elektrot çifti arasındaki iki iletken hattın hayali kesişme noktasından hareketle belirleniyor. Yarıiletken be-lirleyiciler çok duyarlı olup, parçacık konumunu 10 mikrometre (metrenin binde biri) hata payıyla saptayabiliyorlar. Bunar karşılık, radyasyondan etkilenmek gibi bir sakıncaları var. Pahalıya ma-
|
|||||
|
|||||
|
|||||
parçacık hedef
|
|||||
parçacık
|
|
||||
belirleyici
|
|||||
loluyor ve daha çok, kısa ömürlü parçacıkların incelenmesinde kullanılıyorlar.
Sabit hedef deneylerinde hedef olarak, örne-ğin sıvı hidrojen kullanılır ve üretilen parçacıklar genellikle, çarptırılan ışın demetinin doğrultusuna yakın yönlerde, İleriye doğru dağılırlar. Dolayısıy-la bu deneylerde kullanılan belirleyiciler, koni şeklinde olup, hedefin arkasına yerleştirilir. Işın çarpıştırma deneylerindeyse; birbirine yakın yö-rüngelerde ve fakat zıt yönlerde hızlandırılan par-çacıklar, bir noktada karşı karşıya getirilip, birbir-leriyle çarpıştırılır. Üretilen parçacıklar her yönde dağılacağından, belirleyiciler küresel ya da çok daha sık olarak silindir şeklindedir.
|
|||||
|
|||||
BİLİM ve TEKNİK
|
|||||
|
|||||
|
||||
Çok Katmanlı Dedektörler
|
ki, parçacıklar en az birinden geçmek zorunda kalsın ve yüklü olanların patikaları kaydedilmiş olsun. Çünkü bu katmandan sonra gelen kalorimetrelerde, parçacığın enerjisi Ölçülürken, patikalar hakkındaki bilgiler kayboluyor.
Kalorimetreler benzer şekilde çalışıyor ve alltaki şekilden de görüleceği üzere; kurşun ya da demir gibi ağır ve yoğun bir metalden yapılmış bir dizi plakayla, her plakanın arkasındaki, telli oda iş-levi gören gaz hacimlerinden oluşuyor. Soldan ge-len parçacık bir plakaya girdiğinde, plakanın atom-larıyla arasında etkileşmeler başlıyor.
|
|||
Kurşun veya demir
|
||||
|
||||
|
||||
Çağdaş belirleyiciler, bir çarpışma olayının fark-lı yönlerini saptamaya yönelik, çok çeşitli bileşen-lerden oluşur. Bu bileşenler, olayda açığa çıkan parçacıklar hakkında en fazla bilginin edinilebilece-ği şekilde yerleştirilmiştir. Öyle ki, parçacıklar fark-lı bileşen katmanlarından ardı ardına geçerler ve bir parçacık ancak; ya bir belirleyicide, ölçülebilir bir etkileşime girince, ya da gözlenebilir parçacıkla-ra bozununca belirlenmiş olur. Belirlenmesine çalı-şılan ana unsurlar, parçacıkların patikaları ve taşı-dıkları enerji düzeyidir.
Enerji ölçümü sırasında parçacıklar durdurulduklarından ya da başka parçacıklara dönüştürüldüklerinden, önce konumlarının izlenmesiyle patikalarının belirlenmesi ve enerji Ölçümlerinin daha sonra yapılması gerekir. Öte yandan genellikle; mü-onlar hadronlardan, hadronlar da; fotonlardan ya da elektron ve pozitron gibi hafif parçacıklardan çok daha fazla miktarda enerji taşırlar.
Dolayısıyla, aynı malzeme içerisinde katedebile-cekleri mesafeler, yani erimleri ya da durdurulma-larının zorluk düzeyleri, farklı farklıdır. Bu grupla-rın birbirinden ayrılabilmesi için; önce foton, elek-tron ya da pozitron; sonra hadron, en sonunda da müon enerjilerinin ölçülmesi gerekir.
Yukarıdaki şekilde, Örnek bir çarpıştırma dene-yinin yer aldığı bir hızlandırıcı tüpünün etrafındaki belirleyicinin çeşitli katmanları gösteriliyor. İçten dışa doğru dört katman var:
1. İz saptama katmanı,
2. Elektromanyetik kalorimetre,
3. Hadron kalorimetresi,
4. Müon kalorimetresi ya da katmanı.
Her katmanda, çeşitli sayı ve tiplerde belirleyi-ciler bulunuyor ve o katmandan geçen parçacıkla-rın özelliklerini saptıyor. Parçacıklar içten dışa doğ-ru ilerlerken, bu katmanların bir ya da daha fazla-sıyla etkileşimde bulunabiliyor ve sonuçta, türünün taşıdığı fiziksel özelliklere bağlı olarak, katmanların birinde durdurulmuş oluyor.
Sağ alttaik şekilde, hangi parçacık türlerinin hangi katmanlarda etkileşime girerek belirlendiği gösteriliyor. Yalnızca iz saptama odalarından olu-şan birinci katmanda, yalnızca yüklü parçacıklar, yükleri sayesinde iz bırakıyorlar. Örneğin, foton ya da nötron gibi yüksüz parçacıklarsa, bu katmanla etkileşime girmediklerinden, iz bırakmaksızın ilerli-yor ve burada farkedilemeden ikinci katmana geçi-
|
yorlar. Öte yandan, İz saptama dedektörleri, parça-cıkların hemen hemen hiç etkilenmeyeceği şekilde yapılırlar. Dolayısıyla, bu katmanda yer alan etkile-şimler, kayda değer miktarda enerji kaybına yol aç-maz ve parçacıklar hiçbir şey olmamış gibi yolları-na devam ederler. Sonuç olarak, parçacıkların hep-si, enerjilerinde ve hareket doğrultularında hiçbir değişikliğin olmadığı varsayımıyla, ikinci katmana ulaşırlar. Ancak bu arada, yüklü olanların varlığı ve nereden gelip nereye gittikleri belirlenmiş oluyor.
Fotonlar, elektromanyetik etkileşimin ağır bas-tığı ikinci katmanda durduruluyor. Ayrıca, elektron ve pozitron gibi yüklü, ama hafif olduklarından do-layı görece az miktarda enerji taşıyan parçacıklar da Öyle... Dolayısıyla, bu parçacıkların enerjileri, elektromanyetik kalorimetreyi oluşturan ikinci kat-manda belirlenmiş oluyor. Oysa müon, pion ya da proton gibi ağır ve yüklü parçacıklar, bu katmanda İz bırakmakla beraber, taşıdıkları yüksek enerji sa-yesinde ve bu enerjinin çok küçük bir kısmını kay-bederek, üçüncü katmanı oluşturan hadron kalori-metresine ulaşıyorlar. Nötronlarsa yüksüz oldukla-rından, elektromanyetik etkileşime zaten girmiyor ve üçüncü katmanı oluşturan hadron kalorimetresi-ne, ilk halleriyle ulaşıyorlar. Sonuç olarak, proton ve nötron gibi baryonlarla, pion gibi mezonlar; ya-ni hadronların tümü, hadron kalorimetresinde dur-durulmuş oluyor. Bir sonraki dördüncü katmana yalnızca, çok yüksek enerji düzeylerine sahip, orta ağırlıktaki II. nesil leptonu olan müonlar ulaşabili-yor. Bu yüzden de bu sonuncusuna, 'müon katma-nı1 deniyor. Şimdi bir de katmanların yapısına baka-lım...
Birinci katmanın en iç kısmında genellikle, yarı-iletken saptayıcılar bulunuyor. Çünkü konumun en büyük duyarlılıkla belirlenmesi gereği burada. Dışa-rıya doğru yarıçapı büyüyen hayali silindir yüzeyle-ri üzerine, sıra sıra telli odalar yerleştiriliyor. Sıra-lar birbirine göre biraz kaydırılmış durumda. Böyle
|
Bu etkileşmeler sırasında parçacığın enerjisi azalırken, ortaya küçük bir 'ikincil parçacıklar yağmuru1 çıkıyor. Sonrasında hemen hep birlikte, o plakadan sonra gelen telli odaya girip, burada-ki gaz ortamında iyonlaşmalara yol açıyorlar. Gö-rece düşük miktarda enerji taşıyan ikincil parça-cıklar, bu iyonlaşmalar sonucunda durdurulurken, birincil parçacık bu süreçten pek etkilenmeksizin yoluna devam edip, bir sonraki plakaya giriyor ve ta ki tüm enerjisini kaybedip durdurulana ya da başka parçacıklara dönüşene kadar, aynı süreci tekrarlayıp duruyor. Sonuçta, telli odalarda kay-dedilmiş olan etkinlik düzeyi ölçümlerinin topla-mından, parçacığın katman girişindeki enerjisi he-saplanabiliyor.
İz saptama katmanının dışında; elektron, po-zitron ya da fotonları durdurarak enerjilerini öl-çen elektromanyetik kalorimetre bulunuyor. Bu kalorimetrede kurşun plakalar kullanılıyor ve ka-lorimetrenin adı, bu katmanda yer alan ve ikincil parçacıklara yol açan etkileşimlerin elektroman-yetik türde olmasından kaynaklanıyor. Bu neden-ledir ki, elektromanyetik kalorimetre, yüksüz fo-tonlarla, yüklü elektron ve pozitron gibi hafif par-çacıkları durdurabiliyor. Hadronlarla müonlarıysa, pek etkileyemiyor. Hadronlar, kurşun yerine de-mir plakalar kullanan hadron kalorimetresinde durduruluyor. Bu arada uzun mesafeler katettik-lerinden, hadron kalorimetreleri, elektromanyetik kalorimetrelerden çok daha kalın oluyor. Kuark-lardan oluşan hadronlar, enerjilerinin tümünü bu katmandaki demir atomlarıyla güçlü etkileşime gi-rerek kaybediyorlar ve kalorimetrenin adı buradan geliyor. Yollarına devam eden müonların enerji ölçümüyse, en dıştaki, demir ya da alümin-yum plakalar kullanan müon kalorimetresinde ya-pılıyor. Müon kalorimetresi girdi olarak, hadron kalorimetresinden parçacık yağmuruna yol aç-maksızın geçmiş olan yüklü parçacıkları alıyor. Onlar da, elektronun yaklaşık 200 katı (106MeV) kütleye sahip bulunan ve 2,2 mikrosaniye ortala-ma Ömürle bozunan kararsız bir lepton olan müonlar oluyor ve burada, atomlarla çarpışmaları sırasında, 'ikincil parçacık' yağmurlarına yol açı-yorlar. Yalnızca nötrinolar, dört katmanı da geçip gidiyor ve bunların enerjileri Ölçülmek yerine, öl-çülemediğinden, enerjinin korunumu ilkesinden hesaplanıyor.
|
||
|
||||
|
||||
BİLÎM ve TEKNİK
|
||||
|
||||
|
||||
|
|
|||
Örneğin, elektron gibi yüklü bir parçacık, 1 V'luk gerilime eşdeğer bir elektrik alanı üzerinden ivmeledirildiğinde, leV'luk kinetik enerji kazanıyor ve GeV düzeylerine tırmana-bilmesi için, toplam olarak milyarlarca volt-luk gerilimden geçirilmesi gerekiyor. Dolayı-sıyla, işlemin tamamı, ışın tüpü boyunca ara-lıklarla yerleştirilmiş bulunan, bir ya da daha fazla radyofrekans odasında, kademeli olarak gerçekleştiriliyordu. Her aşamadaki salınım-ların frekansı, parçacıklara ek kinetik enerji kazandıracak şekilde ayarlanıyordu. Yandaki şekilde, tesisin ön enjeksiyon sisteminde gö-rev yapan bir doğrusal hızlandırıcı kesiti gö-rülüyor. Bu kesit, protonları 50MeV'a kadar hızlandırabiliyor. LEP hızlandırıcısındaysa, lOOGeV'ın üzerine çıkılabiliyordu.
LEP, CERN laboratuvarlanndaki en bü-yük elektron hızlandırmışıydı. Dairesel çevre-si 27 km ve ışınlama tüpünün tamamı, yerin en az 100 m altında inşa edilmiş olan bir tü-nele yerleştirilmişti. İçerisinde 3368 mıkna-tısla 272 süperiletken ivmelendirme adımı vardı. Deneyler sırasında bütün bu parçala-rın, -269 "C'ye kadar soğutulup bu sıcaklıkta tutulması gerekiyordu.
Gereken yüksek enerjileri sağlamak İçin, parçacıklar dairesel yörüngelerde defalarca döndürülüp ivmelendiriliyordu. Mıknatıslar, parçacıkları belli yörüngelerde kalmaya zorlar-ken, özel elektrik alanları, parçacıkların enerji-sini her dönüşte biraz daha artırıyordu. Parça-cıklar LEP'in çevresinde, dört ivmelendirme aşamasından geçiyor ve her dönüşlerinde 400MeV enerji kazanarak, 104GeV'a kadar çı-kabiliyorlardı. Alttaki resimde LEP tünelinden bir kısım görülüyor ve yarıçapı çok büyük oldu-ğundan, neredeyse düzmüş gibi görünüyor.
Tüpün içerisinde aynı anda dört elektron ve pozitron demeti, ışık hızına çok yakın hızlarla
|
||||
Dünyadaki en büyük hızlandırıcılardan birisi; Avrupa ülkelerinin, Fransa-İsviçre sını-rında ortaklaşa inşa etmiş oldukları CERN (Centre d'Europe pour Rescherches Nuclear) parçacık fiziği laboratuvarlannda bulunuyor. Daha doğrusu bulunuyordu. Tesis, çeşitli doğrusal ve dairesel hızlandırıcılardan oluşu-yordu. Yapımına 1950 yılında başlanmış, fa-kat zamanla, daha büyük ve güçlü hızlandırı-cıların eklenmesiyle geliştirilmiş olan LEP (Büyük Elektron - Pozitron Çarpıştırıcısı) 2000 yılından itibaren 27 km'Iik halka biçim-li tünelini, çok daha güçlü olan ve elektron ve pozitronlardan çok daha ağır olan proton-ları çarpıştırarak şimdiye kadar bulunama-mış egzotik kuramsal parçacıklar bulunacağı umulan LHC'ye (Büyük Hadron Çarpıştırıcı-sı) bırakmaya hazırlanıyor.
Eski hızlandırıcılar hala, yenileriyle birlik-te, ön hızlandırma amacıyla kullanılıyor. Yu-karıdaki resimde tesisin havadan görünüşü, sağ alttaki şekildeyse içerdiği çeşitli bileşen-lerin şeması var. Laboratuvarda elektron ve pozitron gibi görece hafif parçacıkların ya-nında, protonlar ve kurşun gibi ağır iyonlar da hızlandırılıyor. Fakat en büyük hızlandırı-cısı, daha çok elektron-pozitron yokedilişi de-neylerinde kullanılmak amacıyla yapılmış.
Bunun için, ısıtılan bir metalin saldığı elektronlar, sağ alt köşedeki "ön enjektör" sis-teminin (LPI, Lep Pre-Injecto) doğrusal hız-landırıcısında (LIL, Lep pre-Injector Linear accelerator) 200 MeV enerji düzeyine hızlan-dırılıyordu. LIL'in orta kısmında, bu elek-tronların bir kısmı saptırılıp, kalanı ağır bir metalle çarpıştırılmak suretiyle pozitronlar elde ediliyordu. Elde edilen pozitronlarla elektronlar, doğrusal hızlandırıcının sonraki aşamalarına yönlendirilip, 600 MeV'a kadar hızlandırılıyordu. Daha sonra bir süre için, ön enjektör sisteminin 'elektron pozitron aküsü'nde (EPA, Electron Positron Accumu-lator) yörüngelere oturtulup, ters yönlerde
BİLİM ve TEKNİK 14 Ekim 2004
|
dönmeye bırakılıyorlardı. Öyle ki, sırada daha fazla elektron ve pozitron üretilip birikti-rilebilsin. Yeterince birikim sağlandığında, elektronlar ve pozitronlar, dairesel bir hızlan-dırıcı olan 'proton senkrotronu'na (PS, Pro-ton Synchrotron) gönderiliyordu. İki parça-cık demeti; aynı tüpün içerisindeki, birbirin-den yeterince uzak yörüngelerde ve zıt yön-lerde döndürülerek, 3.5 GeV'a kadar hızlan-dırılıyordu.
Daha sonra, elektronlar TT70, pozitron-lar da TT2 ve TT10 bağlantı hatları üzerin-den, daha büyük bir dairesel hızlandırıcı olan 'süper proton senkrotronu'na (SPS, Super Proton Synchrotron) yönlendiriliyordu. Par-çacık demetleri burada 22 GeV'a hızlandırıl-dıktan sonra, en büyük dairesel hızlandırıcı olan 'büyük elektron pozitron' hızlandrıcı-çarpıştırıcısına (LEP, Large Electron Posit-ron collider) gönderiliyordu. İki demet bura-da 104 GeV'a kadar hızlandırılıp, sonunda çarpıştırılıyordu. Hızlandırma işlemi, sağ üstte bir örneğinin resmi görülen 'süperilet-ken radyofrekans odalan'nda yapılıyordu. Böyle bir odada oluşturulan ve yüksek fre-kansla salınan elektrik alanı, içinden geçen parçacıkları hızlandırıyordu.
|
|||
|
|
|||
|
||||
|
||||
|
||||
|
||||
dolaşabiliyordu. Elektron-pozitron demetlerini, hızlandırıcının çevresindeki dört ayrı noktada çarpıştırmak mümkündü. Deneylerin yapıldığı bu noktalarda, dört büyük dedektör vardı. Bili-madamları, çarpışma sırasında olup bitenleri kaydeden bu dedektö'rler sayesinde, hangi par-çacıkların, hangi enerji ve momentumla üretil-diklerini İnceleyebiliyorlardı. Bu dört dedektö-rün en büyüğü DELPHI idi. DELPHI, 1989 yı-lında LEP'le birlikte çalışmaya başlamış. 2000 yılındaysa, aynı tünelde LHC hızlandırıcısının yapımına başlanmak üzere, veri alımı durduru-lup, devre dışı bırakılmış. Aşağıda, üst ortada ve sağ altta bulunan resimlerde görüldüğü gibi, si-lindir şeklindeki bir merkez ve iki yan kapak kısmından oluşuyor. Çapı ve uzunluğu yaklaşık 10 m, toplam ağırlığı 3500 ton. En önemli bile-şenleri, çeşitli tiplerdeki 20 alt dedektörü.
En dışta müon odasının, uzun ve düz alü-minyum plakalar şeklindeki bazı bölmeleri gö-rünüyor. Onun altındaki, parlak görüntülü de-mirden tabaklar şeklindeki kalın halka, had-
|
ron kalorimetresi. Hadron kalorimetresiyle ondan sonra gelen elektromanyetik kalorimet-re arasında büyük bir süperiletken mıknatıs var. Bu mıknatısların oluşturduğu manyetik alanlar, parçacıkları saptırarak momentumla-rının ölçülmesini mümkün kılıyor. İçe doğru İlerlerken art arda gelen bölme dizileri, arala-rında boşluk kalmaması için, tam olarak üst üste getirilmeyip, kısmen çakıştırılmış.
Aşağıda soldaki resimde, DELPHI dedek-törünün ışın tüpüne en yakın konumda bulu-nan Vertex dedektörünün içi görülüyor. Dış katmanın yarıçapı 10 cm kadar. Merkezdeki dikdörtgen plakalar, silikondan yapılmış yarı-iletken belirleyiciler. Dedektörün 'zaman kes-tirimi bölmesi'nde, (TPC, Time Projection Chamber'), 'sürüklenme odası' tekniği kulla-nılmış. Dolayısıyla, parçacık konumları bü-yük bir duyarlılıkla belirlenebiliyor.
LEP 1989-2000 yıllan arasında çalıştık-tan sonra, aynı tünelde; LHC ('Large Hadron Collider'} adlı daha büyük bir hızlandırıcının
|
yapılması için söküldü. LHC, LEP'ten farklı olarak, proton demetlerini çarpıştıracak. Bu sayede 14TeV'luk çarpışmalar mümkün ola-cak. İnşaatı devam etmekte olan LHC'nin 2007 yılında tamamlanıp, çalıştırılmaya alın-ması bekleniyor. Yukarıdaki şekilde, LHCde kullanılacak olan dipol mıknatısların modeli var. Birincil parçacık demetleri LEP'te aynı tüp içerisinde hızlandırılırken, LHC'de ayrı tüpler içinde hızlandırılacak.
Yeni LHC hızlandırıcısında, LEP'teki DELPHI'ye benzer iki büyük dedektöre ek olarak, iki özel dedektör daha bulunacak. Bu son ikisinin adları ATLAS ve LHC. AT-LAS dedektörünün yapısı, DELPHI'ninkine benzer, fakat çok daha büyük. Tamamlandı-ğında yüksekliği 22, uzunluğu 44 m olacak. Altta en sağdaki şekilde bu dedektörün binası, yan kapakları ve silindir kısmının iç kesiti görülüyor. Oranlı çizilmiş insan şekil-lerinden dedektörün büyüklüğünü kestir-mek mümkün.
|
||
|
||||
BİLİM ve TEKNİK
|
||||