İnsanlığın tarihi on binlerce yıl öncesine uzanıyor. Okullarda ders kitaplarında dünya tarihini öğrenirken bize anlatılansa bu tarihin önemli noktaları ve önemli kişileri. Ne var ki dünya tarihini insanlar kadar hayvanlar da biçimlendirdi. Köpekler, kediler, atlar, inekler, hatta sinekler ve böcekler tarihin en önemli dönüm noktalarına imzalarını attılar. Dünyayı değiştiren hayvanları bilmiyorsanız, uygarlık tarihiyle ilgili bilgileriniz biraz eksik kalmış demektir. Tarih boyunca insanlarla bir arada yaşayan hayvanlar birçok tarihi olaya yön verdi. Hayvanlarla birlikte yaşadığımız sürece de tarihe yön vermeye devam edecek gibi görünüyorlar...
DÜNYAYI DEĞİŞTİREN HAYVAN LAR
İnsanın hayvanlarla olan ilişkisinin avlanmaktan öteye geçtiği neolitik ça­ğa dönelim. Bu dönemde insan önce bitkileri evcilleştirerek tarım toplumu olma yoluna girmişti. Erkeklerin eve et getirdikleri, kadınlarınsa daha basit yemekler için ot topladıkları tarih ön­cesi avcı-toplayıcı toplumlar zamanın­da, tüm insan nüfusunun 2-3 milyon kadar olduğu tahmin ediliyor. Tahılla­rın üretimine başlanmasıyla insan sa­yısı artmaya başladı. Artık depolanıp saklanabilecek yeni yiyecekler vardı ve avcılar, çiftçilerin gölgesinde kal­maya başlayacaklardı. Bununla birlik­te çiftçilerin ekinleri davetsiz konukla­rın saldırısına uğradı. Otoburlar ekin-
leri yiyerek ciddi bela olmaya başla­mışlardı. Çiftçiler zamanla, bu hayvan­ları tuzağa düşürüp yakalayarak ekin­lerin yetiştirilmesinde, korunmasında kullanabileceklerini öğrendiler. İlk ev-cilleştirilen hayvan köpekti. Onu at, koyun, keçi, inek gibi hayvanlar izledi. Avcıların kabileye getirdiği av etleri kı­sa sürede bozuluyordu. Bu etleri bir­kaç gün içinde tüketmek gerekiyordu. Oysa çiftçilerin evcilleştirdiği hayvan­lar, yaşadıkları sürece taze et gereksi­nimini karşılayacaktı. Bunun yanında, hayvanların sütünden de yararlanmak mümkün olmuştu. Hayvanların sağla­dığı bu kadar nimetin külfeti de vardı elbette. Yetişkinlerin bazıları ve ço-
cuklar bulaşıcı hastalıkları ilk olarak hayvanlardan kaptılar.Tarih boyunca insanların ölmesine neden olmuş baş­lıca hastalıklar- çiçek, grip, verem, ve­ba, sıtma, kolera- aslında hayvan has­talıklarının evrimleşmiş hali. İşin tuha­fı, bizim salgın hastalıklarımızın çoğu­nun nedeni olan mikropların büyük kısmı artık yalnızca insanlarda görü­lür. Hastalıklar insanların ölüm ne­denlerinin başında geldiğinden, tarihi biçimlendirmede de önemli rol oyna­mışlardı. İkinci Dünya Savaşı'na ka­dar savaşlarda ölenlerin çoğu savaş yaralarından değil, savaşla taşınan hastalıklardan ölüyordu. Eski savaşla­rın galipleri, her zaman en iyi komu-
BİLİM ve TEKNİK 56 Eylül 2003
tanlara ve silahlara sahip olan ordular değil, aynı zamanda hastalıklara en dayanıklı olanlardı.
Hastalıklara yol açan mikroplar üzerine yapılan moleküler incelemeler sonucunda, günümüzde artık molekü­ler biyologlar bizim hastalıklarımızın sorumlularını ve akrabalarını saptaya­biliyorlar. Bu akrabaların da salgın hastalıklara aracılık ettikleri anlaşıldı. Ama bu hastalıklar evcil hayvanlarda bulunuyor. Hayvanlar arasındaki sal­gın hastalıklar da kalabalık ve yoğun nüfus gerektiriyor. Salgınlar herhangi bir hayvana musallat olmuyorlar. Ge­rekli nüfus kalabalığını sağlayabilecek inek, koyun, domuz gibi toplumsal hayvanlarda bulunuyorlar. Geçmişte bu hayvanlar evcileştirildiğinde, bize atlamak için bekleyen salgın hastalık­lar zaten vardı. Sözgelimi kızamık vi­rüsü, sığır vebasına yol açan virüsle yakın akraba; Sığır vebası denen bu salgın hastalık, sığırlarda ve geviş ge­tiren memelilerde görülür ama insan­larda görülmez. Kızamıksa sığırlarda görülmez. Kızamıkla sığır vebası ara­sındaki akrabalık, bize ikincisinin sı­ğırlardan insanlara geçtiğini, sonra bizlere uyum sağlamak için evrim ge­çirip özelliklerini değiştirerek kızamı­ğa dönüştüğünü düşündürüyor. Çiftçi­likle uğraşan köylülerin inekleriyle birlikte yaşayıp uyuduklarını, inekle­rin dışkıları, idrarları, nefesleri, yarala­rı ve kanlarıyla haşır neşir olduklarını düşünürsek, hastalığın insanlara geç­mesi hiç de şaşırtıcı değil. Bizim sığır­larla içli dışlı olan yaşamımız, onları evcilleştirdiğimiz günden bu yana ge­çen yaklaşık 9000 yıldır sürüyor. Bu da sığır vebasının insanı keşfetmesi için kuşkusuz yeterli bir zamandı.
Keşif deyince akla gelen bir öykü daha var. Bu da Amerika kıtasının keşfedilmesi, yerli halkların elinden alınıp bugünkü durumuna getirilmesi öyküsü. İspanyol Hernan Cortez, em­rindeki 600 adamla o dönem Amerika'sının süper gücü olan Aztek İmparatorluğunu nasıl teslim ala­bildi dersiniz? Tabii ki yanında gelen hayvanların yardımıyla. Cor-tez'in gemilerine bilerek yüklediği
atlar ve bilmeden yüklediği fareler, ye­ni dünyanın kapılarını Avrupa'ya açı­yordu. Aztek kralı Montezuma, Cor-tez'i doğudan gelmesi beklenen tanrı "Quatzelkoatl" sanmıştı. Ne zamanki İspanyollar altın hırsına kapıldılar, iş­te o zaman yerlilerle aralarında çatış­malar çıktı. İspanyollar, yerlilerin alı­şık olmadığı biçimde zırhlar giyiyor­lardı. Ateşli silahlan da vardı. Ateşli si­lahların neden olduğu korku, kısa sü­re Aztek savaşçılarını şaşırtmışsa da, sonradan toparanıp yeniden saldırma­ya başlamışlardı. Ta ki, Cortez atlıları­nı savaş alanına sürene kadar. Daha önce hiç at görmemiş olan yerliler, hayvanla binicisini tek bir canlıymış gibi düşünmüşlerdi. Dört ayağı ve kuyruğu olan, insan başlı bu korkunç yaratıklar Aztek ordusunun dağılması­na neden oldular. İlerleyen günlerdey-se gemilerle "kaçak yolcu" olarak ge­len fareler ve onların taşıdığı mikrop­lar Azteklere salgın hastalıklar bulaştı­racak ve çöküşü hızlandıracaklardı.
Bu öyküde de olduğu gibi, at bir­çok kereler insana yardımcı olmuş, dünyanın tarihinde önemli görevler üstlenmişti. At olmasaydı ne olurdu di­ye düşünsenize... Bir kere Çin Şeddi olmazdı. Öyle ya, Orta Asya'daki atala­rımız at olmadığı için üstün hız ve vu­ruş kabiliyetinden yoksun olacak, her şeye karşın yine de Çin'e sal­dırmaya kalkarlarsa, ezici bir nüfus üstün­lüğü karşı­sında eriye­ceklerdi. Elbette ki Troia atı diye bir kavram­dan da yoksun olacaktık ve Tro­ia kenti bugün belki varlığını hâlâ sür-
dürüyor olacaktı. Belki biz de her ye­re Eskimolar gibi kızak köpekleri yar­dımıyla gitmek zorunda kalacaktık. Savaş arabalarını çekecek başka bir hayvan geliyor mu aklınıza? Belki de günümüzdeki demiryollarının ölçüleri şimdikinden çok farklı olacaktı. Bu­günlerde internet üzerinde dolaşan ve oldukça popüler olmuş bir öykü var. Bu öykü demiryolları ve atların "geri­leri" üzerine: "Dünyanın en gelişmiş ulaşım sistemi olan füzelerin genişliği 4 feet 8,5 inch. (Yani yaklaşık olarak l metre 42 cm) Böyle modern bir araç için çok garip olan bu rakamın çok il­ginç ve biraz da efsanevi bir hikayesi var. Trenlerden başlayalım: ABD'de demiryollarının ray arası uzunluğu 4 feet 8,5 inch'miş. Niye 4 feet gibi düz bir rakam değil de, ölçümü, hasabı zorlaştıran kusurlu bir rakam seçil­miş? Bu garip uzunluk ABD'de ilk de­miryolları inşaatını yapanların İngiliz göçmenleri olmasına bağlanıyormuş. Çünkü İngiltere'de ray genişliği bu uzunluktaymış.
Peki İngilizler'in nedeni neymiş? Çünkü İngiltere'de demiryolu inşaatı tüm ölçülerini tramvay inşa geleneğin­den devralmış. Yani eskinin tramvaycı-ları, yeninin trencileri olmuşlar. Zama­nın mühendisi, işçisi de zorunlu deği­şiklikleri uygulamış, gerisini bırakmış. Bu arada ray genişliği yine 4 feet 8,5 inch kalmış. Peki tramvay rayları ara­sı neden 4 feet 8,5 inch? Çünkü bu uzunluk at arabalarının şase genişli-ğiymiş. Zamanında tramvayın şasesi at arabalarının iki tekerlek arası uzunlu­ğu baz alınarak belirlenmiş. Anlaşılan o zamanlar iki tekerlek arası denilince akla 4 feet 8,5 inch geliyormuş.
Eylül 2003 57
BİLİM ve TEKNİK
saydı, ünlü generaller Octavius ve An-tonius birbirine düşüp savaşa tutuş-mayacaktı. Ne var ki o sivrisinek ora­daydı ve tarihin gidişini değiştirdi. Tıp­kı Hindistan'da yaşayan ataları gibi, Roma İmparatorluğu'nun sona erme­sine de neden olan faktörlerden biri sivrisinekler. Kimileri Roma İmpara­torluğunu yıkanın Vizigot kralı Alaric olduğunu söylerse de, bu aslında bi­raz eksik bir saptama. Sonuçta Roma ordusu sivrisineklerin neden olduğu sıtma yüzünden oldukça zayıf düş­müştü. Romalılar bunun sonucunda Vizigotlar'a yenildiler. Tarihin tuhaf bir cilvesi, bir süre sonra Alaric de siv­risinekler yüzünden hastalanıp öle­cekti.
Sivrisinekler, Roma tahtının yıkıl­masına neden olmuşlardı; ama İngiliz tahtını kurtaracaklardı. Oliver Crom-well İngiltere iç savaşı sırasında Par­lamento Ordusunu yöneten komutan­dı. Otuz Yıl savaşları denen dönemin ardından Kral 1. Charles'ı tahtından indirmiş, bir parlamento kurup cum­huriyeti ilan etmişti. Ne var ki bu cumhuriyet uzun ömürlü olamadı. Belki de Cromwell'i ısıran sivrisinek kral yanlısıydı!.. Bugün bildiğimiz Cromwell Ağustos 1658 yılında sıt­maya yakalandı; 3 Eylül'de de öldü. 13 gün sonraysa Cumhuriyet kurum­lan feshedildi ve 2. Charles'in taç giy­me töreni yapıldı. İngiliz hanedanı monarşinin sürmesini askerlerine de­ğil, sivrisineklere borçluydu. Ne var ki kral kendine büyük hizmette bulu­nan bu sadık tebaasına "sir" unvanı bile vermedi. Üstüne üstlük 1902 yı­lında majestelerinin cerrahlarından Dr. Ronald Ross, sıtmaya sivrisinekle­rin neden olduğunu gösterdi ve No-bel Ödülü'nü aldı. Sivrisineklerin in-- sanlık tarihi üzerine etkileri bu kadar değil elbette. 1905'te sivrisinekler, sa-rıhumma salgınından paniğe kapılan işçilerin kaçmasından dolayı neredey­se Panama Kanalı'nın yapımını engel­lemeyi başarıyorlardı. Sivrisineklere karşı bir çözüm önerisi 1939 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nden gel­di: DDT. Colorado'da sivrisinekleri ve diğer zararlıları engellemek amacıyla denenen DDT, başlangıçta mucize bir ilaç gibi görünmüştü. Ne var ki kısa süre sonra yasaklanacaktı. Çünkü DDT'ye karşı sivrisinekler bağışıklık geliştirmişlerdi, ama insanlar gelişti-
Yabana atılması güç bir gelenekmiş bu. Çünkü bu uzunluğun İngiltere'de­ki tarihi, taa Roma İmparatorluğu'nun adayı işgaline kadar uzanıyormuş. O zamana kadar atlı araba görmemiş olan adanın yan uygar insanları, atla­rın araba çekebileceğini Roma savaş arabalarında görmüş. Dolayısıyla İn­giltere'nin ilk yolları Romalı askerle­rin savaş arabaları tarafından açılmış. İki derin tekerlek izinden oluşan bu yollar, daha sonrasında İngilizler tara­fından yapılan at arabalarının şase ge­nişliğini de belirlemiş. Şase'yi kırma­mak için yoldaki at arabası izinin uzunluğunu ölçüp tekerlekleri, bu uzunluğa göre yerleştirmek gerekiyor­muş. Tabii Avrupa'da da tüm yollar standart olarak 4 feet 8,5 inch genişli-ğindeymiş.
Peki Romalılar bu uzunluğu ner-den çıkarmışlar? Tabii ki arabaya koş­tukları atın gerisinden. İki atın kalça genişliği 4 feet 8,5 inch tutuyormuş.
Atlar binyıllar boyunca insanın ya­nındaydı. Onların insanlık tarihini de­ğiştirmesi son derece doğal. Ama bir de insanların sevmediği canlılar var. Sözgelimi sivrisinekler. Sivrisinek de­yip geçmeyin. Sivrisinekler neredeyse insanın ortaya çıkışından beri başa be­la oldular. Bilinen kaynaklara göre MÖ 500 yılında sıtma hastalığının ne­deninin sivrisinekler olduğu Hindis­tan'da anlaşılmıştı. Brahman vaizi olan Sustra, sivrisineklerin hastalığın nedeni olduğunu anlamıştı. Ne var ki bu düşüncesine kimse kulak asmadı. Eğer bu düşüncesi ciddiye alınsaydı ve sivrisineklere karşı Hindistan'da bir önlem alınabilseydi tarihin akışı çok farklı olacaktı. Hindistan'da sıtma­ya yakalanıp ölenlerin sayısı o yıllarda ne kadardı bilemiyoruz. Bilinen bir
şey varsa, Hindistan'ın sivrisinekleri­nin tarihin en ünlü kişisini öldürdüğü. Makedonya kralı Philippos'un oğlu olan İskender babasının ölümü ardın­dan tahta geçmişti. Genç bir kraldı; ama bununla yetinecek değildi. İsken­der önce Yunan krallıklarını birleştir­di, Mısır'ı fethetti, Anadolu'yu ele ge­çirdi. O dönemin yenilemez diye nite­lendirilen Pers ordularını yendi ve Pers İmparatorluğu'nu topraklarına kattı. Makedonya'dan çıktığı yolda Hindistan'a kadar her yeri ele geçirdi. Bunları yaptığında yaşı yalnızca 33'tü. Ne var ki, Hindistan'da bir sivrisineğin soktuğu Büyük İskender sıtmaya ya­kalandı ve çok geçmeden öldü. Onun ölümünün ardından büyük imparator­luğu parçalandı. Her parça savaşlar ve taht kavgalarıyla tarih sahnesinde eri­di gitti. İskender'in komutanlarından olan Ptolemaios'un Mısır'da kurduğu hanedan en uzun dayanan krallık ol­muştu. Ünlü düşünür Ptolemaios'un (Batlamyus), Mısır Kraliçesi Kleopat-ra'nın bu soydan geldiğini hatırlaya­lım. Eğer o sivrisinek Büyük İsken­der'i sokup ölmesine neden olmasaydı Julius Caesar Mısır'da farklı bir krali­çe bulacak ve onun hatırı için Mısır'ı bağışlamayacaktı. O sivrisinek olma-
BILIMveTEKNIK
58 Eylül 2003
remediler. Sıtma günümüzde hala ba­şımıza bela oluyor.
Yolu insanlıkla kesişen bir başka hayvan da kedi. Bilinen ilk evcil kedi­ler, eski Mısır'da yaşıyordu. Mısır'da yaşayan küçük bir yaban kedisi türü evcilleştirilerek fare avcılığında kulla­nılmıştı. Tahıl depolarının koruyucusu olarak bu kedi Mısır uygarlığı için çok önemli olmuş ve kısa sürede hayvan­lar içinde en çok sayılan ve korunan durumuna gelmişti. Kediler kısa süre­de Mısır'da Bastet adında tanrısal bir kişiliğe bürüneceklerdi. Koruyucu ve şefkatli bir anne gibi düşünüldüğün­den kedi tanrıça Bastet, önemli tanrı­lardan biri konumuna yükselmişti. Es­ki Mısır'daki en büyük tanrılardan bi­ri de yılandı. Mısırlılar için yılan kendi görüşlerinde en değerli nitelik olan ölümsüzlüğün simgesiydi. Bu belirli sembolizmin nedenini anlamak güç değil. Bir yılan deri değiştirirken san­ki yeni doğmuş gibidir. Eski Mısırlılar için gençleşmenin yolu yılan gibi deri değiştirmekten, eski derinin atılmasın­dan gelir. Bir rivayete göre sünnet ge­leneğinin başlangıcı, Mısırlıların bu gözlemine bağlıdır.
Yılan Mısır mitolojisinde dünyanın koruyucusu, yer altı dünyasının ruhu, doğurganlık ve su tanrısı olarak pek çok biçimde karşımıza çıkar. Dün-ya'nın oğlu sayılan yılan tanrı Set, dünyayı çevreleyip onu sürekli tehdit eden kozmik güçlerden korurken res­medilir. Krallar vadisindeki muhteşem süslü mezarlarda çok sayıda yılan res­mi görülür. Mısırlıların yılanlarla ve kedilerle olan bu ilişkileri sonradan Hıristiyanlıkta bu hayvanlara tepki du­yulmasına neden olmuştu. Paganlar tarafından kutsal kabul edilen her şey gibi kedi ve yılan da Hıristiyanlık tara­fından şeytanın bir tezahürü olarak görüldü. Bütün yılanlar öldürülüp, ke­diler evlerden uzaklaştırılınca olan şeyse, doğal olarak farelerin artmasıy-dı. Hem kediler, hem de yılanlar fare­leri avlar, onların çoğalmasına engel olurlar. Ne var ki, ortaçağın bağnaz Hıristiyanları farelerin bu doğal düş­manlarını yok ederek farelerin neden olduğu hastalıklara davetiye çıkardı­lar. Bu hastalıkların en korkuncu Av­rupa'yı kasıp kavuran veba salgınıydı. Hastalık taşıyan fareler yüzünden kentler neredeyse boşalma noktasına gelmişti. Nüfusun büyük çoğunluğu
salgın sonucunda ölürken, kalanlar hastalığın bulaşma riskinin daha az ol­duğu kırsal bölgelere göç etmeyi yeğ­lemişlerdi.
İnsanlık tarihini değiştiren hayvan­larla ilgili örnekler çoğaltılabilir elbet­te. Ama yine de son olarak bize uzayın kapılarını açan hayvanlardan söz et­meden olmaz. Uzay çağını başlatanın bir insan olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Yuri Gagarin uzaya gi­den ilk insandı; ne var ki ilk canlı de-ğildi.Uzay çağını açan minik, şirin bir dişi köpekti. Bu ilk kozmonot, Sput-nik 2 yapay uydusuyla, 1957 yılında uzaya gönderilen Laika adlı köpekti. Uzaydayken, "Bu benim için küçük bir adım, ama köpeklik adına büyük bir sıçrama" dedi mi bilmiyoruz, ama onu başka köpekler de izledi. 19 Ağustos 1960'da uzaya gönderilen Sputnik 5'te Belka ve Strelka adında iki köpek daha vardı. Hatta bu uçuşta onlara yaklaşık kırk tane de fare eşlik etti. Denemeler sürdükçe, Sputnik 9'la Chernushka, Sputnik 10'la Zver-dushka adlı köpekler uzaya fırlatıldı. Ard arda gönderilen bu hayvanlar in-
sanlı uçuşlar için bir hazırlıktı. Ruslar uzaya köpekler atarken, Amerikalıla­rın tercihleriyse maymunlardan yanay­dı. 13 Aralık 1958'de Gordo adındaki bir maymun, uzay aracı Jüpiter AM-13'te Dünya dışına yollandı. Son dere­ce yararlı bilgiler elde edilen deney so­nucunda Gordo ne yazık ki Laika'yla aynı kaderi paylaştı. Deneyler sonu­cunda istenilen veriler elde edilmişti; ama bu hayvanlar bir daha Dünya'ya dönemediler. Bununla birlikte birkaç ay sonra Jüpiter AM-18'le uzaya gön­derilen Abel ve Baker adlı iki maymun hiçbir sorun yaşamadan geri döndü­ğünde bilim adamları rahat birer nefes aldılar. Artık insanlı uçuşa hazırlık ya­pılabilirdi. Mercury projesinde kulla­nılması düşünülen, yüksek hıza karşı astronotları koruyacak elbiseleri dene­mek için Sam görevlendirildi. Rhesus türü bir maymun olan Sam, 4 Aralık 1959'da uzaya gönderildi.Uzayda yeni giysisiyle iki saat geçiren Sam, görev­den döndüğünde yeniden eşinin yanı­na götürüldü. Maymunlardan sorumlu olan veteriner iki hayvanın yeniden kavuşmasını "neredeyse insanlar gibi" diye niteleyecekti. Bu maymunları 1961 yılındaki iki farklı görevde iki de şempanze izledi.
Bu kadar öykü bize gösteriyor ki hayvan deyip geçmemek lazım. Hay­vanlar hep en umulmadık arılarda dev­reye girip insanlığın kaderine yön ve­riyorlar. Dünyayı paylaştığımız bu canlılarla tarihimizi ve kültürümüzü de paylaşıyoruz. _ Gökhan Tok
Kaynaklar
Bathroom Readers Hystericel Institute, Tarihin Cilveleri, Çev: Lale
Aykent Tunçman, Aykırı Tarih, 2003 Diamond, J., Tüfek Mikrop ve Çelik, Çev: Ülker İnce, TÜBİTAK Po-
püler Bilim Kitapları, 2002 Morris, D., Hayvan İnsan Sözleşmesi, Çeviren: Mehmet Harmancı,
İnkılap Kitabevi, 1991 http://ham.spa.umn.edu/kris/animals.html
Eyllül 2003 59 BİLİM veTEKNİK