GÜNEŞ SİSTEMİ
Güneş Sistemi’nin Üyeleri
Gezegenler
Kayasal Gezegenler
Merkür
Merkür, yaşam için hiç de uygun bir gezegen değil. Çünkü buradaki koşullar çok çetin. Atmosferinin çok ince oluşu ve Güneş’e çok yakın konumda bulunması nedeniyle gezegenin yüzeyindeki sıcaklık, -170 °C ile 430 °C arasında değişiyor.
Merkür’ün en ılımlı koşullarına sahip olan yerleri kutup bölgeleri. Merkür’ün ekseninin neredeyse hiç eğik olmaması sayesinde, gezegende mevsimler yaşanmıyor. Yani, tam kutup bölgesine Güneş ışınları yatay olarak geliyor.
Merkür, yörüngedeki bir turunu yaklaşık 88 günde tamamlıyor. Merkür, Güneş’in çevresinde görece çabuk dolanmasına karşın, çok yavaş dönüyor. Gezegenin bir dönüşü 176 Dünya günü, yani yaklaşık 2 Merkür yılı sürüyor.
Merkür atmosferi, Güneş rüzgârının etkisi altında. Böyle bir ortamda, kalıcı bir atmosferin oluşması beklenemez. Atmosfer çoğunlukla güneş rüzgârıyla Güneş’ten taşınan hidrojen, helyum ve az miktarlarda öteki gazları içeriyor.
Merkür’ün yüzeyi tıpkı Ay’ın yüzeyi gibi. Küçük ve kayalık bir gezegen olan Merkür’ün yüzeyi, çeşitli büyüklüklerde göktaşlarının çarpması sonucu oluşmuş kraterlerle kaplı. Caloris, bu kraterlerin en büyüğü. Büyük olasılıkla bir küçük gezegenin çarpması sonucu oluşmuş.
2011 yılının başlarında Merkür’ün yörüngesine girenve yüzeyinin ayrıntılı fotoğraflarını çekmeye başlayan Messenger uzay aracı sayesinde yakın gelecekte Merkür’le ilgili daha çok şey öğreneceğiz.
Venüs
Adını Romalıların aşk ve güzellik tanrıçasından alan Venüs, Dünya’ya hem uzaklık hem de boyutları bakımından en yakın gezegen.
Venüs, yaklaşık 243 Dünya günüyle, Güneş sisteminde dönme süresi en uzun olan gezegen. Üstelik tüm öteki gezegenlere göre ters yönde, yörüngede dolanma yönüne ters (saat yönünde) dönüyor. Yani Venüs’te Güneş batıdan doğup doğudan batıyor.
Jeolojik içyapısı da Dünya’yla benzerlik gösterse de, gezegen, atmosferindeki koşullar bakımından Güneş sisteminin en zorlu koşullara sahip gezegeni. Bu özelliklerinden dolayı, Venüs hiçbir canlı türü için yaşanılabilecek bir yer değil.
Atmosferin ana bileşeni olan karbon dioksit, Güneş’in ısısını tutarak, çok güçlü bir sera etkisi yaratıyor. Bu nedenle gezegenin yüzey sıcaklığı yer yer 480°C’ye kadar çıkabiliyor. Kalın bulut katmanındaki sülfürik asit damlacıkları, saatte 380 km hızla esen rüzgârlarla gezegenin her yanına taşınıyor. Atmosfer basıncıysa Dünya’nınkinin yaklaşık 90 katı civarında.
Venüs yüzeyinin yaklaşık %90’ı volkanik bir kaya olan bazalttan oluşuyor. Gezegen, Volkanik bakımdan çok etkin olduğu için yüzeyin genç kayaçlardan oluştuğu düşünülüyor. Sülfürik asit yağmurları nedeniyle, yüzeyde önemli ölçüde erozyon meydana geliyor.
Dünya
Dünya, kayalık gezegenlerin en büyüğü ve en yoğunu. Yüzeyinde sıvı halde su bulunduran tek gezegen. Suyun sıvı halde bulunabildiği 0 ile 100 derece sıcaklık aralığı, Güneş Sisteminde pek rastlayamayacağımız bir özellik. Bu nedenle, yeryüzü bu gezegenler arasında farklı bir yere sahip. Bu sular, yeryüzünün yaklaşık %70’ini kaplıyor.
Yaşamı barındırdığı bilinen tek gezegen olan Dünya’daki dengeler çok hassas. Bu dengelerde meydana gelen her değişim canlıları olumsuz etkiliyor. İnsanların neden olduğu değişimler, günümüze kadar birçok canlı türünün yok olmasına yol açtı.
Canlılar için tehlike oluşturabilecek dış etkenler de var. Geçmişte, bunun örnekleri yaşanmış. Göktaşı çarpmaları, en büyük yıkımlara yol açan olaylar. Ancak, bu tür olaylar çok seyrek meydana geliyor. 65 milyon yıl önce dinozorlarla birlikte çoğu canlı türünün yeryüzünden silen çarpışma,
Yeryüzünü öteki gezegenlerden ayıran önemli özelliklerinden biri de yerkabuğunun, öteki kayalık gezegenlerin tersine, hareketli yapıda olması. Depremler ve yanardağ etkinlikler, yerkabuğunu oluşturan levhaların hareketi sonucunda meydana geliyor.
Atmosfer yaşamı destekleyen en önemli unsurlardan biri. Dünya atmosferi, büyük oranda azot, yaklaşık %20 kadar oksijen ve çok daha düşük oranlarda su buharı, argon, karbon dioksit ve çok az oranlarda öteki gazları içeriyor. Bu karışım, yeryüzünde şu anda var olan yaşamı destekliyor.
Ay
Ay, gezegenimizin tek doğal uydusu olan Ay’ın ekseni çevresinde bir dönüşü yaklaşık 27,5 gün sürer. İşin ilginç yanı, bu süre Dünya çevresinde dolanma süresine eşittir. Yani, buradan bakıldığında Dünya hiç batmaz.
Bu durum, Ay’dan bakıldığında Dünya’nın gökyüzünde sabit kalmasına yol açarken, Dünya’dan bakıldığında da, Ay’ın hep aynı yüzünün görülmesine neden olur. İşte bu nedenle, birtakım evrelere girmesi dışında, Ay’ın o alışkın olduğumuz görüntüsü hiç değişmez.
Bunun nedenini anlamak için milyarlarca yıl öncesine gitmek gerekiyor. Henüz oluşum aşamasındayken, yani, Ay’ın yüzeyi henüz tamamen sertleşmeden önce, Ay’ın Dünya çevresinde dolanırken etkisi altında bulunduğu merkezkaç etkisi buna neden olmuş.
Ay’ın oluşumunu açıklamaya çalışan birçok varsayım var. Bunlardan en çok kabul göreni, Dünya henüz oluşum aşamasındayken, Mars büyüklüğünde bir cisimle çarpıştığı, bu çarpışmadan artakalan parçaların da Ay’ı oluşturduğu yönünde.
Çekirdeği, ergimiş kaya ve demirden oluşan Ay’ın büyük bölümü kayalık yapıda. Ay’ın belirgin yüzey şekilleri, kraterler ve deniz olarak adlandırılan geniş düzlükler. Bu düzlükler, Ayın oluşumundan bir süre sonra, kraterlerin içlerinin lavlarla dolması sonucu oluşmuş. Elbette, bu arada milyarlarca yıl geçmiş olduğu için, çok sayıda daha küçük göktaşı da düzlükleri yeniden şekillendirmiş.
Atmosferi yok denecek kadar ince olan ve yüzeyinde su bulunmayan Ay, yaşam için hiç uygun koşullara sahip değil.
Mars
Mars’a ilişkin ilk ayrıntılı bilgiler, Viking 1 ve Viking 2 adlı uzay araçlarından geldi. Yörüngede dolanan ve yüzeye inen araçlar Dünya’ya on binlerce fotoğraf gönderdi. Bununla da kalmayıp, Mars toprağını ve atmosferini incelediler. Ayrıca gezegende olabilecek canlılar da araştırıldı. Ancak, herhangi bir canlı izine rastlanmadı.
Mars’a yapılan ilk uçuşlarda suyun izine rastlanmamış olsa da bir zamanlar bolca bulunduğunu düşündüren ipuçları bulundu. 1997 yılında gezegene ulaşan Pathfinder adlı araçla birlikte Mars’ta yeni bir dönem başlamış oldu. Pathfinder’ın taşıdığı ve Dünya’dan yönetilen bir hareketli uzay aracı bilim adamlarına Pathfinder’ın çevresinde istedikleri yere gidip inceleme yapma olanağı tanıdı. Pathfinder’la yapılan araştırmalar, Mars’la ilgili bildiklerimizi pekiştirdi. Pathfinder’ı n gözlemleri suyun varlığını doğrudan saptayamamış olsa da, birçok önemli ipucu içeriyordu. Hatta aracın indiği Ares Vallis bölgesinde bir zamanlar ciddi bir sel akıntısı meydana geldiği açıkça görülebiliyordu.
Bilimadamları, gezegende bir zamanlar yüzeyi yaklaşık 1 km kalınlıkta örtebilecek miktarda suyun bulunduğunu hesaplıyorlar. Bu kadar çok miktardaki suyun yeraltına çekilmiş olması olanaklı görülmüyor. Bunun için, bilimadamları çeşitli varsayımlarda bulunuyorlar. Atmosferdeki ve kutup buzullarında bulunan suyun bu miktarın yaklaşık % 5’ini oluşturduğu düşünülüyor. Milyarlarca yıl önce gezegenin yüzeyinde sıvı olarak bulunduğu düşünülen suyun büyük bölümü, çeşitli etkiler yüzünden uzaya kaçmış olmalı. Geriye kalan suyun da yeraltında ve kayaların yapısında bulunduğu sanılıyor.
Geçmişte yapılan ve hala süren Mars uçuşları sayesinde, günümüzde gezegende sanılandan daha fazla su bulunduğu anlaşıldı. Daha önce, Mars’ın kuzey kutbunda su bulunduğu gözlenmişti. Güney kutbunun üzerindeki buz takkesininse yalnız karbon dioksit buzu olduğu düşünülüyordu. Ancak, Mars Express’in özel kameralarıyla elde ettiği veriler, güney kutbunda da önemli miktarda buz halinde su bulunduğunu gösterdi.
Mars’taki en belirgin yüzey şekli, 4000 km’den uzun olan ve derinliği 6 km’yi bulan kanyon sistemi, “Denizler Vadisi” olarak adlandırılan Valles Marineris. Bu vadi sistemi o kadar belirgin ki, Henüz Mars’a uzay araçları gönderilmeden önce, onun “Marslılar” tarafından yapıldığı öne sürülmüştü. Bu vadi, büyük oranda kabuk hareketleri sonucu oluşmuş. Ancak, yine bu vadinin belli bölgelerinde ve gezegenin yüzeyinin pek çok başka bölgesinde, sıvı haldeki suyun oluşturduğu izler bulunuyor. Bilim adamları, günümüzden yaklaşık 3,5 milyar yıl önce, gezegende büyük sel baskınlarının olduğunu düşünüyorlar. Şimdi, bu suyun nereye gitmiş olabileceği araştırılıyor.
Güneş sisteminin en büyük yanardağı da Mars’ta bulunuyor. Bu, 600 km çapı ve 25 km’lik yüksekliğiyle, etkinliğini kaybetmiş Olimpus Yanardağı’dır.
Mars’ın atmosferi, yaklaşık % 95 oranında karbon dioksit, % 3 oranında azot, % 2 oranında öteki gazları içerir. Gezegenin yüzeyindeki atmosfer basıncı, Dünya’dakinin yaklaşık 100’de biri kadar.
Mars, kırmızı rengini, toprağında bol miktarda bulunan demirden alıyor. Yüzeyden rüzgârlarla kalkan toz, atmosferin de kırmızı renk almasına yol açıyor.