k-1.jpg
Tüm canlılar, ortam koşullarındaki güçlüklerle baş edebilmek İçin çeşitli uyumlar sergiliyorlar, Mevsimsel sıcak­lık değişimleriyle birlikte, yaşamı teh­dit edebilecek ölçüdeki sıcaklıklardan korunabilmek ve gerekli enerjiyi karşı­layabilecek miktarda besin bulabilmek gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Çoğu can­lı, bu güçlüklerin üstesinden gelebil­mek için son derece mantıklı bir yola başvuruyor: metabolizmalarını düşüre­rek bir tür "uyku" haline giriyorlar ve enerji gereksinimlerini en aza indiri­yorlar.
Metabolizmanın son derece yavaşla-tıldığı, dolayısıyla vücut sıcaklığının düştüğü ve kalp atım hızının azaldığı durgunluk dönemlerine "torpor" adı veriliyor. Bazı hayvanlar, gün içinde de bu tarz periyodik durgunluk dö­nemlerine girebiliyorlar (günlük tor­por). Mevsimlik uykular olarak bilinen kış uykusu (hibernasyon) ve yaz uyku­su (estivasyon) ise, birbirini belirli bir düzen içerisinde takip eden torpor ev­relerinden meydana geliyor. Her iki olayda da vücut sıcaklığı değişimleri benzer bir modeli izliyor. Vücut sıcak­lığı yavaş yavaş düşüyor ve her torpor-
da ulaşılan minimum vücut sıcaklığı daha da azalıyor. Belirli aralıklarla, yu­vaya depolanan besinleri yemek ve bo­şaltım yapmak için kısa uyanışlar görü­lüyor. Bu uyanışları yapabilmek İçin de vücut sıcaklığı yükseltiliyor. Kış mevsiminin ortalarına geldikçe ara uyanışlar gittikçe seyreliyor, torporda kalış süresi artıyor ve ilkbahar yaklaş­maya başladığında da torpor süreleri kısalıyor ve hayvan daha uzun süreler­le uyanı kalıyor. Gerçek hibernasyon görülen canlıların tamamında bu mo­del geçerli. Ayılarda görülen kış uyku-suysa, birbirini takip eden torpor dön­gülerinden oluşmadığı ve vücut sıcak­lığı da çok az düştüğü için, bu evren­sel modele uymuyor ve gerçek bir hi­bernasyon olarak kabul edilmiyor.
Vücut sıcaklığı ortam sıcaklığına bağımlı olan (soğuk kanlı) hayvanlarda da evrensel hibernasyon modeli görül­müyor. Ortam sıcaklığı çok yükseldiği ya da çok düştüğünde, bu canlılar ko­runaklı yerlere girerek, durgun (dor­mant) bir evreye çekiliyorlar. Kış bo­yunca bir çoğu, onlarcası bir arada ol­mak üzere, belirli bölgelerde toplana­rak kış uykusuna giriyorlar ve bu saye-
de ısı kaybının çok fazla olmasını en­gelliyorlar. Sucul hayvanlarsa, su için­deki korunaklı yerlere ya da dip çamu­runun içine saklanarak kış koşullarını atlatabiliyorlar. Soğuk su oksijen bakı­mından daha zengin olduğu İçin, deri­leri ya da solungaçları yardımıyla ra­hatlıkla solunum yapabiliyorlar. Kur-bağalardaysa tam anlamıyla bir "don­ma" gerçekleşiyor. Donma etkisiyle vü­cut boşluklarında ve deri altında olu-
Böcekler kışın nereye kayboluyor?__________
Böceklerin büyük bir çoğunluğunda, kış ay­larında "diyapoz" adı verilen bir durgunluk dö­nemi görülüyor. Bu süreçte büyüme ve gelişme tamamen duraklıyor, böceğin vücut sıcaklığı düşüyor, kalp atım ve solunum hızı da yavaşlı­yor. Başkalaşım geçiren bazı böceklerse, kış aylarını kurtçuk şeklindeki larvalar ya da pupa­lar olarak geçirmeyi yeğliyorlar. Bazı böcek türleri kışın başında yumurta bırakarak ölüyor­lar ve yumurtalar bir sonraki ilkbaharda açılı­yor. Bazı küçük böcekler, bakteriler ya da cıvık mantarlar da, kış mevsimini bitkilerin belirli bölgelerinde oluşturdukları "gal" adı verilen koruyucu yapılar içinde geçiriyorlar.
BİLİM veTEKNİK 70Temmuz 2005
k-2.jpg
şan sıvı kristalleri nedeniyle ölmelerini engelleyen şeyse, yaşamsal organların­da çok yüksek oranda glikoz bulunma­sı. Bu sayede, metabolik olayları tama­men duran bir kurbağa, ortam sıcaklı­ğı yükseldiğinde "çözülerek", hiçbir şey olmamış gibi normal yaşamına ge­ri dönebiliyor.
Hibernasyon sürecini yaşayan hay­vanların uyku modelleri birbirinden farklılık gösteriyor. İlk göze çarpan farklılık, torpor derinlikleri. Kural ola­rak, vücut sıcaklığı ne kadar düşürülü-yorsa, torpor da o kadar derin oluyor. Çünkü ara uyanışa geçildiğinde, vücut sıcaklığının normal seviyeye çıkarılma­sı gerekiyor ve çok düşük sıcaklıklar­dan normal vücut sıcaklığına erişmek de doğal olarak daha uzun sürüyor. Bu nedenle, sincaplar ve diğer küçük kemirgenler çok daha derin torporlara giriyorlar ve rahatsız etmeden elinize aldığınızda bile bundan etkilenmiyor­lar. Ancak, kış uykusundaki bir ayı, bu süre boyunca vücut sıcaklığını çok az düşürdüğü için, inine girildiğinde kısa bir süre içinde uyanabiliyor.
Bazı hayvanlarsa, bütün kışı hiber-nasyonda geçirmek yerine, yalnızca çok soğuk dönemlerde metabolizmala­rını yavaşlatarak, enerji gereksinimleri­ni vücutlarında depoladıkları yağlar­dan karşılamayı yeğliyorlar. Sıcaklıklar çok az da olsa yükseldiğindeyse, yeni­den dışarı çıkıyorlar ve besin aramaya devam ediyorlar. Ancak, ne şekilde olursa olsun, kışı yavaşlatılmış bir me­tabolizmayla geçirecek olan hayvanla­rın tamamında, besin azlığına karşı be­lirli hazırlıklar yapılıyor. Bir kısmı ara uyanış dönemlerinde tüketebilecekleri besinleri yuvalarına depolarken, bir kısmı da karbonhidratça zengin besin­lere ağırlık vererek vücutlarında bolca yağ topluyor. Kış uykusuna yatan can­lılar, normal beyaz yağ dokunun ya­nında, insanlarda yalnızca bebeklik dö­neminde görülen kahverengi yağ doku da oluşturuyorlar. Özellikle beyin ve kalp gibi yaşamsal organların çevresin­de oluşturulan bu özel yağ doku, kış uykusundan çıkış zamanı geldiğinde, bu organların hızlı bir biçimde ısıtılma­sını sağlıyor. Bazı hayvanlar, ara uya­nışları sırasında sınırlı olarak güneşten gelen ısıyı da kullanabiliyorlar.
En İri cüsseli kış uykucuları olarak bilinen ayılar, 5 ay ya da daha uzun bir süre boyunca hiç uyanmadan, dolayı-
sıyla da yemeden, içmeden, boşaltım yapmadan ve de hareket etmeden kış uykusunda kalabiliyorlar. Enerji kay­nağı olarak yalnızca beyaz yağ dokuyu kullanmaları nedeniyle vücut protein­lerini yıkmıyorlar ve bu sayede de vü­cutlarında üre birikmiyor. Bu kadar uzun süre hareketsiz kalmalarına kar­şın kemik ve kas erimesi gibi sorunlar yaşamamaları, tıp alanında çalışan araştırmacılar için ilgi çekici.
Besin yelpazelerinde çeşitli meyve­ler, hemen her türlü kabuklu yemiş, çi­çekler, kökler, yapraklar, hatta küçük kuşlar ve memeliler bile bulunan ayı­lar, yaz aylarının sonlarına doğru kar­bonhidrat bakımından zengin besinle­re ağırlık vererek kilo almaya başlıyor­lar. Sonbahar aylarının gelmesiyle bir­likte de, yapraklar, ince dallar ve ben­zeri bitkisel maddeleri taşıdıkları yuva­larında, kış uykusunu geçirecekleri ye­ri hazırlamaya başlıyorlar. Bu hazırlık­lar tamamlandığında ayı da inine giri­yor ve metabolik etkinlikleri düşüyor. Kış uykusu boyunca, vücut sıcaklıkla­rını 30-31 C derece civarında tutabi­len ayıların aksine, yer sincapları ve ye­di uyurlar gibi küçük kemirgenlerde vücut sıcaklığı 34 C dereceye kadar düşebiliyor. Bu nedenle bu sevimli canlılar, ara uyanışlar yaparak vücut sıcaklıklarını yükseltmek, depoladıkla­rı besinleri yemek ve boşaltım yapmak zorundalar. Ayılar, yüzey alanı/kütle oranlarının düşük oluşu sayesinde vü­cut sıcaklıklarını çok daha rahat koru­yabiliyorlar. Vücutlarını yüksek sıcak­lıklarda tutabilmeleri, tehlike anların-
da kendilerini korumalarına yetecek hızda uyanabilmelerini de sağlıyor.
Kutup ayılarmdaysa, yalnızca gebe olan dişiler kış uykusuna giriyorlar ve hatta kış uykusu sırasında dünyaya ge­len yavrularını emziriyorlar. Ancak, kutup ayısının bir özelliği daha var: bütün bir kış boyunca aralıksız uyu­yan akrabalarının aksine, yalnızca or­tamda besin az olduğunda kış uykusu­na girip, besin bollaştığında da kış uy-
Yazın Uyuyanlar...
Yalnızca kışın değil, yazın da durgunluğa çekilen canlılar var. Amaç yine aynı; besin azlı­ğında enerjiyi tutumlu kullanabilmek. Özellikle uzun ve kurak mevsimlerin yaşandığı tropik bölgelerde yaşayan bazı hayvanlar, "estivas-yon" olarak bilinen yaz uykusuna giriyorlar. Es-tivasyonun seyri, hibernasyon ile büyük benzer­lik gösteriyor. Ancak, hayvanın uyku sürecinde ulaştığı en düşük vücut sıcaklığı, metabolizma hızı ve torpor evrelerinin süreleri, kış uykusun­dan biraz daha farklı.
İki kurbağa türüyse (Ceratophrys ornata ve Pyxicephaius adspersus), bu uyku hali sırasın­da su kaybını en aza indirebilmek için oldukça ilginç bir değişim geçiriyorlar. Kurak mevsimin başlamasıyla birlikte kendilerini toprağa gö­men bu kurbağalar, derilerinin bir kısmını dö­kerek, burun delikleri dışında tüm vücutlarını saran bir koza oluşturuyorlar ve yaz mevsimini, yalnızca nefes alıp verebilen birer mumya ha­linde geçiriyorlar.
Hem yazın hem de kışın torpora giren hay­vanlar da var. Ülkemizde de yayılış gösteren ye­di uyurların Avrupa'da yaşayan populasyonla-rıyla yapılan bir çalışma, bu türün yıl içinde farklı zaman aralıklarında günlük torpor, hiber­nasyon ve estivasyona girdiğini gösteriyor.
BİLİM ve TEKNİK
Temmuz 2005 71
k-3.jpg
kusundan kontrollü olarak çıkabil­mek.
Biz de Kış Uykusuna Girebilecek miyiz?
Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi'nde yapılan çalışmada, Mark Roth ve çalışma arkadaşları, hibernas-yon davranışı olmayan bir memeliyi hi-bernasyona sokmayı başardılar. Or­tamdaki oksijen miktarı solunuma yet­meyecek kadar az, ancak metabolik et­kinliklerin devam edebileceği kadar yüksek olduğunda, hücreler normal et­kinliklerine devam etmek istiyorlar ve kısa bîr süre sonra yapısal ya da işlev­sel hasara uğruyorlar. Roth ve ekibiy-se, oksijeni bir anda çok düşük seviye­ye çekerek, hücreler kendilerine zarar vermeden metabolik etkinliği sıfıra in­dirdiler. Yüksek dozlarda ölümcül etki gösterebilen hidrojen sülfit gazının et­kisi altında, farelerin vücut sıcaklıkları 20 C kadar azaldı, solunum hızları da­kikada 120'den 10'un altına düştü ve 6 saatlik başarılı bir metabolik durgun­luk sonrasında oksijenle karşı karşıya
bırakıldıklarında, hiçbir yan etki görül-meksizin normale döndüler.
Kuzey Carolina Üniversitesi araştır­macılarından Matthew Andrews de, hi-bernasyonun başrol oyuncuları gibi görünen iki geni tanımlamayı başardı. PL ve PDK-4 olarak adlandırılan bu genlerden ilki, karbonhidrat metabo­lizmasını durdurarak, vücutta depola-
nan glikozun beyin ve merkezi sinir sistemi tarafından kullanılmak üzere ayrılmasını sağlıyor. Diğer gen de, de­polanan yağ asitlerini yıkarak kullanı­labilir yağlara çevirebilen bir enzimin üretimini kontrol ediyor. Araştırmacı­lar, bu iki genin insan vücudunda da benzer şekilde davrandığını ortaya koydular. Örneğin, görevi glikozu sak-
Ülkemizde Yapılan Çalışmalar
k-4.jpg
ğu için büyük memeliler düşük sıcaklıkları daha rahat tolere ederler. Diğer taraftan, büyük me­meliler yağlanma, post kalınlığını ve veya yoğun­luğunun artırma ile izolasyonunu artırabilir. Ark­tik tilki metabolizmasını arttırmaksızın - 40oC'ye kadar hayatta kalabilir.
Hibernasyona girmeyen küçük memeliler, yağlanma ve post kalınlığındaki artışı, çok etkin şekilde kullanamazlar. Bazal metabolizmayı attı­rarak, dolayısıyla daha fazla ısı üretmek yoluyla vücutlarından ısı kaybını dengeleyebilirler. An­cak, metabolizmadaki artış devamlı şekilde ener­ji girdisi gerektirir. Diyetleri buna olanak tanıyan hayvanlar mesela sivri burunlu fareler kış ayla­rında bazal metabolizmayı arttırabilirler. Kış ko­şullarına uyumda en etkin kullanılan ısı üretim şekillerinden biri titremeye bağlı olmayan ısı üre­timidir. Bu ısı üretiminin yeri kahverengi yağ do­kudur. Bu dokuda bulunan termogenin adlı pro­tein, oksidasyon enerjisinin ATP şeklinde depo­lanmadan ısı şeklinde açığa çıkmasını sağlar.
Hayvanların fizyolojileri dışında bazı davra­nışsal özellikleri de yine vücuttan ısı kaybını ön­lemeye veya azaltmaya yöneliktir. Kış aylarında yaşanan enerji krizi, besin kaynaklarını değerli hale getirdiği için bazı hayvanlarda kış teritorya-litesi görülebilir. Uygun termal özellikteki beslen­me alanlarının seçimi, ısı kaybını azaltan davra­nışlardan biridir. Mesela, orman sivri burunlu fa-
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü araş­tırma görevlilerinden H. Mutlu Kart Gür, 1998 yılından beri hibernasyon ekolojisi ve memeliler­de termoregülasyon (ısıl düzenleme) konularında çalışıyor. Yüksek lisans tezini de hibernasyon ko­nusunda hazırlayan Gür, 2002-2003 yılları ara­sında Almanya'da DAAD bursiyeri olarak Phillips Üniversitesi Hayvan Fizyolojisi bölümünde, Sibir­ya hamsterinde çevresel sıcaklığın günlük torpor üzerine etkisi konusunda doktora öncesi çalışma­sını tamamladı.
Şu anda üzerinde çalıştığı projede de, ülke­mizde ilk kez veri kaydediciler yardımıyla hiber­nasyon boyunca değişen vücut sıcaklığının mode­lini çıkarmayı başaran Gür, konuyla İlgili sorula­rımızı yanıtladı.
Neden yalnızca bazı memeli türleri hibernas-yona giriyor?
Endotermik hayvanlar sahip oldukları enerji­nin büyük bir kısmını, vücut sıcaklıklarını belirli sınırlar içinde sabit tutmak için harcar. Hibernas-yona giren memeli hayvanlar, vücut sıcaklığını ve buna paralel olarak metabolizmayı azaltarak, sa­hip oldukları enerjiyi korumaya çalışır. Hibernas-yona girmeyen memelilerin ısı kaybını dengele­mek üzere geliştirdiği başka stratejiler vardır. Yüzey alanı/hacim oranı, büyük vücutlu memeli­lerde küçük memelilerinkinden daha düşük oldu-
resi yaprak tabakası altındaki toprak katmanını beslenme alanı olarak kullanır. Detaylı yuva yapı­mı, bir araya kümelenme davranışları da yine vü­cut sıcaklığını korumaya yönelik davranışlardır. Paradoks gibi görünmekle birlikte bazı hayvanlar vücut ağırlığını azaltarak toplamda ihtiyaç duydu­ğu enerji miktarını azaltır.
Benim yurt dışında üzerinde çalıştığım Sibir­ya hamsterleri (Phodopus sungorus) belli bir sü­re kısa gün koşullarına maruz kalmanın ardından vücut ağırlığını azaltır. Yine gün ışığı bilgisiyle kahverengi yağ dokunun termojenik kapasitesi­ni, diğer bir deyişle titremeye bağlı olmayan ısı üretim kapasitesini arttırır.
Hlbernasyondan aniden çıkan bir hayvanda, ne gibi fizyolojik değişimler gözleniyor?
Gerçek hibernatörlerde, derin uyku halinde
BİLİM ve TEKNİK 72 Temmuz 2005
k-5.jpg
lamak olan PDK-4 geni, bizim vücudu­muzda uzun süreli açlık halinde tetik-leniyor. Şimdiyse, bu genetik süreci hangi mekanizmaların başlatıyor olabi­leceği konusundaki araştırmalar de­vam ediyor. Şüphelilerden biri, üretimi günlük güneş ışığı etkisi altında olan melatonin. Ayrıca, hibernasyon süre­since vücuttaki yağ kaybından sorum­lu genlerin tanımlanması durumunda, bu veriler kilo sorunu yaşayan hastala­rın tedavisinde de kullanılabilecek.
Kalp krizi, felç ve benzer travma hallerinde hasarlı dokunun iyileşmesi, bu dokulara ulaşan oksijen miktarının yüksek olmasıyla doğru orantılı. Dola­yısıyla, vücudun toplam oksijen gerek­siniminin azaltılması, bu gibi durum­larda oksijenin doğrudan hasarlı doku­ya ulaşmasını ve iyileşme sürecinin de hızlanmasını sağlıyor. Bu nedenle, fa­relerde görülen bu durum, söz konusu hastalıkların tedavisi için son derece umut verici. Hibernasyon teknolojisi­nin kullanım alanlarından birisi de or­gan nakli olacak. Nakil için bekletilen organlar, derin bîr "uykuya" sokula­rak, güvenli bir şekilde korunabilecek.
Bir diğer düşünce de, uzun süreli
uzay yolculuklarına gönderilecek in­sanların uzun süreli torpora sokula­rak, yaşlanma etkilerinden ve bu yol­culukların fizyolojik stresinden uzak tutulabileceği. Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ve ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), şimdilerde bu konuda hararetli çalışmalar yürütüyor. Geçtiğimiz yıl içerisinde yapılan bir ça-lışma sonucunda hibernasyona girdiği keşfedilen İlk primat olan Madagaskar tombul kuyruklu cüce lemuru (Cheiro-galeus medius), bu çalışmalara büyük
umut ve hız kazandırdı.
Kim bilir, filmlerde izlediğimiz bilim kurgu senaryolarının gerçek olması için, hayvanlar belki de bize sandığı­mızdan çok daha fazla sır verebilir..
Deniz Candaş
Kaynakla:: "Hibernation in a tropical primate" Dausmann, K.H., Glos, J.,
Ganzhorn, J.U., Heldmaier, C. Nature, 24 Haziran 2004 "Eggy smell sends mice into hibernation" Ebert, J. Nature, 21 Nisan
2005
http ://www . pbs.org/wgbh/nova/satoyama/hibernation. htmI http ://www.crystalinks.com/fıibernatioıı.tıtıııl
zulur, hayvanlar gereğinden fazla (indüklenmiş) yüksek enerji maliyetli ara uyanışlar yaparlar. Bu durum, hayvanların enerji depolarını boş yere kullanmasına ve kışı geçiremeden ölmelerine ne­den olabilir.
Arazi çalışmalarında İzlenmesi gereken ilke­ler ya da uyulması gereken yazılı kurallar neler?
Her ülkenin, kendine göre hazırladığı ve araştırmacıları yönlendiren rehber kitapları ya da yayınları bulunuyor. Bu yayınlar, tüm dünyada kabul gören düzenlemeleri içeriyor. Hibernas-yonla ilgili arazi çalışmalarında izlenecek kural­lar, genel olarak omurgalı hayvanlarla çalışmak için belirlenen kuralları kapsıyor.
Biz kendi çalışmalarımızda, benim de üyesi olduğum ASM'nin bir yayınını kullandık. Bu ya­yın, hayvanların nasıl tutulması, nasıl markalan­ması, bir yerden başka bir yere ne şekilde taşın­ması, laboratuvarda hangi koşullarda tutulması gerektiği de dahil olmak üzere bir çok konuda bilgi içeriyor. Bu bilgilere ek olarak, araştırmacı­nın çalışacağı türü çok iyi tanıması ve kendi de­neyimleri doğrultusunda belirli kurallar oluştur­ması gerekiyor. Yapılan çalışmalarda izlenen yol, bir bilimsel yayında açıklanmadığı sürece her­hangi bir yetkili tarafından kontrol edilmiyor. An­cak, her araştırmacı, alacağı kararlarda hayvan etiğini göz Önünde bulundurmalı. Çünkü çalışma ne boyutta olursa olsun, onların yaşamlarına mü­dahale etmiş oluyoruz. Bunu da, onlar için en az stres verici şekilde yapmamız gerekiyor.
enerji deposunu İdareli şekilde kullanmak zorun­dadır. Bu nedenle, hibernasyondaki bir hayvanı uyandırmaya çalışmak, ya da uyanmasına neden olacak bir rahatsızlık vermek son derece risklidir.
Bir hayvanın hibernasyondayken donarak öl­mesi mümkün mü?
Endotermik hayvanların beyinlerinde vücut sıcaklığının kontrolünden sorumlu olan (termore-gü'latör) merkezler bulunuyor ve bu merkezler hi-bernasyon süresince aktif kalıyor. Toprak sıcak­lığında tehlikeli bir düşüş söz konusu olduğunda, bu merkezler hemen bir alarm cevabı oluştura­rak hayvanın ya vücut sıcaklığını bir miktar yük­seltmesine ya da tamamen torpordan çıkmasına neden oluyor. Bazı durumlarda hayvanın kış uy­kusu için biriktirdiği yağ rezervleri yetersiz kalı­yor. Bu durumda kış uykusunu sonlandıramadan ölebiliyor.
Hibernasyon çalışmalarında karşılaşılan zor­luklar neler?
Kontrollü hibernasyon çalışmalarının yürütül­mesi için, Öncelikle uygun ve kontrollü koşullara sahip bir mekan gerekli. Deney hayvanları için hazırlanan normal laboratuvarlarda bu çalışmala­rı yürütmeniz mümkün değil. Çünkü kış boyunca 4-5 C sıcaklıkta, sürekli karanlık veya kısa gün koşullarında tutmanız gerekiyor. Bu mekan, ayak altı, sık sık insanların girip çıktığı bir yerde olmamalı. Mutlaka gürültüden uzak olmalı. Gü­rültülü ortamlarda, kış uykusunun ritimselliği bo-
vücut sıcaklığı 3-4 C'ye kadar düşebiliyor. Ara uyanışlar ve son uyanış sırasında vücut sıcaklığı­nın bu düşük düzeyden eski yüksek seviyesine (36-37oC) ulaştırılması belirli bir zaman alıyor. Vücut büyüklüğü ve çevresel sıcaklık hayvanın ne kadar zamanda ısınacağını belirleyen faktörler arasında. Anadolu yer sincabı için konuşacak olursak, ara uyanış sırasında ilk önce vücudunun osilasyonlar yaptığını görürsünüz. Uyarılan kahve­rengi yağ dokudan açığa çıkan ısı ile vücut belir­li bir düzeye kadar ısıtılır. Daha sonra hayvan tit­remeye başlar. Kalp atımları ve solunum hızı yük­selir. Bu süre zarfında elinize alırsanız, vücut sı­caklığı düşük olmasına rağmen, strese bağlı İdrar yapma gözleyebilirsiniz. Ancak, sizi ısırabilecek kadar kendinde değildir. Ara uyanışı tamamladı­ğında vücut sıcaklığı, metabolizması, kalp atım hı­zı, solunum hızı eski normal düzeyine yükselmiş­tir. Aktiftir, ancak kafesin bir köşesine kıvrılarak uykuya geçer. Zaten uykudan çıkmamış mıydı di­yebilirsiniz. Ancak hibernasyondaki memelilerden alınan EEO kayıtları, bu hayvanların uyumadığını, aksine uykusuzluk çektiğini göstermektedir. Za­ten enerji maliyeti yüksek ara uyanışların uyum-sal değerini açıklamak için ileri sürülen hipotez­lerden biri de uyku açlığının giderilmesi için hay­vanların ara uyanışlar yaptığıdır. Yani dilimize "kış uykusu" olarak geçen hibernasyon, sanıldı­ğının aksine bir uyku dönemi değildir.
Hibernasyondaki bir hayvan, her ara uyanışta enerji depolarının bir bölümünü tüketir. Hiber-nasyondan başarılı şekilde çıkabilmek için de, bu
k-6.jpg
BİLİMveTEKNİK
Temmuz 2005